Bulgaristan’ın Ulusal Günü dolayısıyla Edirne’de resepsiyon düzenlendi

0

  • Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosluğu tarafından düzenlenen resepsiyona, birçok önemli isim katıldı. İki ülkenin milli marşlarının okunduğu etkinlikte, Türkiye ve Bulgaristan arasındaki dostane ilişkiler vurgulandı.

Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosluğu tarafından kentteki bir tesiste düzenlenen resepsiyona, Dışişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Kemal Bozay, Edirne Valisi Yunus Sezer, İYİ Parti Edirne Milletvekili Mehmet Akalın, Dışişleri Bakanlığı Edirne Temsilcisi Büyükelçi Murat Ahmet Yörük, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’ın protokol mensupları ile davetliler katıldı.

Etkinlik, iki ülkenin milli marşlarının okunmasıyla başladı.

Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosu Borislav Dimitrov, yaptığı konuşmada, sınır ve dost ülke Türkiye ile Bulgaristan arasındaki dostane ilişkilerin her geçen gün geliştiğine vurgu yaptı.

Türkiye ve Bulgaristan arasında pek çok konuda işbirliği yapıldığını dile getiren Dimitrov, “İlişkilerimizin temeli iyi komşuluk, saygı ve karşılıklılık ilkesine dayanmaktadır. Ortaklığımız güvenlik, savunma, ticaret, ekonomi, enerji, modern teknolojiler, kültür ve turizm alanlarındadır. Sınır ötesi suçlarla, yasa dışı göçle ve terörle mücadelede işbirliği en üst düzeydedir. Bulgar devletinin beklentisi, ikili diyaloğun devamı, her geçen gün güçlenmesi ve geliştirilmesi yönündedir.” diye konuştu.

Programda müzik dinletisi de sunuldu.

Aslında, 3 Mart, “93 Harbi” ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olarak bildiğimiz, 1877-78 Rusya – Osmanlı Savaşı, Bulgaristan’da “Plevne Savaşı” adıyla anılır, bir saldırı savaşıdır. 18. ve 19. Yüzyıllarda Rusya’nın Osmanlıyı yok etmek, Boğazları ele geçirmek, sıcak denizlere çıkmak ve 3. Roma İmparatorluğu çanlarını İstanbul’da çalmak için açtığı 15. Savaştır. Dedim ya, bu bir saldırı savaşıdır. 3 Mart tarihi de, bu çılgın savaşa son veren, Rusya İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında San Stefano’da – bugünkü Yeşil Köy ’de Ateş kes ve geçici barış tutanağının imzaladığı tarihtir.

Bu ikili protokolün ömrü 3 ay sürmüştür. 1878’in Temmuz ayında Büyük Güçler Berlin Kongresini toplamıştır ve Berlin Kongresinde alınan ilk karar, San Stefano Geçici protokolünü geçersiz ilan etmesi olmuştur. Büyük devletler yuvarlak masaya oturduklarında 3 Mart Protokolünü arşive atmışlardır.

Ayrıca şu da var. San Stefano ateşkes görüşmelerinde ve protokolün imzalanmasında Bulgaristan’ı temsilen bir Bulgar, bir Bulgar temsilci hazır bulunmamış, hiçbir evrakta Bulgar imzası da yoktur. Rusya Müttefikleri Romanya, Sırbistan ve Kara Dağ imzası vardır, fakat Bulgar imzası yoktur. Protokol’ün 6. Maddesinden 11. maddesine kadar, “Bulgar toprağının Osmanlı devletine vergi ödeyeceği” kaydı bulunur. Bağımsız bir “Bulgar devletinden” tek söz dahi yoktur…

Atalarımızın Osmanlı Ordusu Saflarında savaştığı 93 Harbinde, Bulgar kiliselerinde “II. Aleksandır Ayini” dinlemeye, kutlamalara, atalarımızı öldürenlerin anıtlarına çiçek – çelenk taşımaya zorlanması vs vs akıl alır şeyler değildir. Hala bunun devam ettiğini görmekteyiz.

Bulgaristan’da 3 Martta okullarda “Plevne” ve “Şipka Gönüllüleri” şiirleri okutulurdu. Atalarımızı öldürenleri “kahraman” olarak sevip saymamızı kabul ettirmeye çalıştılar. Bizim için 1878’de Rusya Bulgaristan’ı “kurtarmamış” bizim görüşümüz Rusya Bulgaristan’ı işgal etmiştir. Bugün Bulgaristan kamuoyu bile bu konuda ikiye bölünmüş ve sert bir çatışma içindedir. Soydaşlarımız ve Bulgaristan Müslümanlarının çoğu da bu cephede gerçekçi bir pozisyon almıştır.

Üç Mart’ın Anılması ilk önce Ortodoks Kilise ayinlerinde, Rus Çarı II. Alaksandır’ın adının kutsanmasıyla başlamıştır. Bulgaristan Türk köylerinde kilise olmadığından bu kutlamalar ve bir tatil günü olmadığından 3 Mart Müslümanlar arasında önce hissedilmemiştir. Zaten bu savaşta 17 bin Bulgaristan Türkü şehit düşmüş, 1878’de Bulgaristan Prenslik nüfusunun % 52’si olan Müslüman Türkler göçe zorlandıkça Anadolu’ya akmaya başlamış ve kısa bir sürede yarı yarıya azalmıştır.

“93 Harbinden” sonraki yıllarda Ruslar, Sofya’da-2, Plevne ve Kazanlığın Şipka köyünde olmak üzere, kubbesi altın kaplı Rus kiliseleri dikmişlerdir. Sözü edilen “Şipka anıtı” 1934 yılında – yani monarşi döneminde, Çar III. Boris devrinde – taştan yapılmış ve 31 metre yüksek ve görkemlidir. Şipka Geçidi bölgesinde toplam 26 anıt, heykel ve Rus savaş konumlarının yapısı vardır. Günümüzde bu tarihi anıtlar, “Şipka-Buzluca” Milli Park-Müzesi’ne dâhil edilmiştir.

Burada ne mi yapılıyor? Birkaç gün önceden, otobüslerle, motorlarla, bisikletle, turistler yaya Şipka Tepesine tırmanmaya başlıyor. Bulgar ordusu bölgeye çadırlar, kamplar kuruyor, eskiden kurulmuş birkaç da otel var. Gelenler besleniyor ve 3 Mart sabahı bayrak sallayarak burada törenlere katılıyorlar.

Bu geçidin bulunduğu yer ilginçtir: Koca Balkan dediğimiz, Tuna Düzlüğünden Güneye – Trakya’ya geçit vermeyen bir sıra dağıdır. Osmanlı’da Şipka bir “Bekleme” yeriymiş. Bu tepe aynı zamanda Tuna’dan Rusçuk’tan, Plevne’den İstanbul’a götüren en kısa ve düzgün yolun doruğudur.

3 Mart milli kutlamaların yapıldığı “Şipka Anıtı” burada bulunur. Ben bugüne kadar bu kutlamalara katılan Bulgaristan Türkü tanımadım. Fakat günümüzde TV olayları herkesin evine taşıyor. O zaman, Plevne’yi savunan Osman Paşa Ordusuna yardıma giden Süleyman Paşa, Rus General Skobelev güçleriyle 1877’i yazında 1300 metre yüksekte – burada yüzleşmişlerdir.

Tepeye çıkmazdan önce Süleyman Paşa düşmanı Eski Zara (Stara Zagora) şehrinde ve Koca Balkan eteklerinde 2 defa yenmiştir. İki defa da geri püskürtmüştür. Tepeye mevzilenmiş, orada savaşmış, fakat Plevne cephesinin söküldüğü, Osman Paşanın yaralı esir düştüğü, düşmanın Sofya’ya yöneldiği haberlerini aldıktan sonra, ansızın Trakya’da Meriç nehri boyuna inmiş ve Filibe’yi (Plovdiv) savunmak için mevzilenmiştir.

Demek istediğim, Şipka Tepesinde kazanılmış bir Rus Zaferi yoktur. “Şipka Savaşı” Bulgarların abartmasıdır. Her yıl Ağustos ayında bu tepeye toplanıp anma törenleri düzenlenmesi sebebi ise şudur:

Sorunun cevabında iki unsur var.

1) Rus General Skobelev’in komutasında bulunan ve Şipka Geçidine 9 binlik güç, bugünkü Moldova’da bulunan Besarabya Bulgarları ve diğerleri toplanmıştır. Bunlar Bulgar edebiyatında bilinçli olarak destanlaştırılmış bir güçtür. Örneğin Bulgar şiirinin atası İvan Vazov’un “Şipka Gönüllüleri” şiiri onlara adanmıştır. Okulda bunu ezberleyemeyen sınıfı geçemezdi.

Fakat bize bu “gönüllü” gücün dışardan Bulgaristan dışından toplandığı asla anlatılmazdı. 140 yıl bir şeyi yanlış anlatınca, bakmışsın, herkes Rus-Osmanlı Savaşında yerli Bulgarların Rus ordusuna gönüllü verdiği, yardım ettiği yalanı gerçek oluvermiş…

Sözü edilen “Bulgar Gönüllülerin” Bulgaristan’da kökleri ve yakınları yoktur. Bu soylar Besarabya’ya 17.Yüzyılda yerleşmişlerdir. Bakın bir yalan da, Rus ordusunun “kurtarıcı” olduğu iddiasıdır. “93 Harbinde” Ruslar saldırgandır. Hedeflerinde sıcak denizlere inmek için kullanılan bir yalandır. Bulgaristan savaş planlarında yer almamıştır.

Aslında Bulgar milli hareketinin ideoloğu Georgi Sava Rakovski, komitacıların başı Levski, çeteci Botev, Karavelov ve diğerleri bir dış gücün Bulgaristan’ı Osmanlı’dan koparmasını istememiştir. Bulgar bağımsızlığı evrimsel bir süreç olarak görülmüştür onlar tarafından. Hatta Rakovski: “Tamam Ruslar bizi Osmanlı’dan kurtaracak da, bizi Ruslardan kim kurtaracak?” sorusunu sormuştur. 142 yıldan beri Bulgar halkının bu kazanda kaynadığına şahidiz.

2) Şöyle bir duruma da işaret etmemiz iyi olur. “Şipka – Buzluca Milli Parkı” dedim. “Buzluca” “Şipka’ya” bakan bir tepedir. Orada, Hacı Dimitır adlı bir Çete başının mezar taşı var. 1868’de Romanya’dan bir çete getirmiş ve Osmanlı zaptiyeleriyle savaşta ölen bir asidir. Bu Milli kahraman ilan edilmiştir. Yine aynı yer, 1891 yılında Bulgaristan İşçi Sosyal Demokrat Partisi’nin kurulduğu yerdir ve şimdi burada uzay gemisine benzeyen bir büyük anıt bulunuyor. 1970’li yıllarda kurulan bu anır sosyalizm döneminden kalma bir ideolojik anıttır. Bulgar tarihçiler bu iki anıtı, gerçekçi bir açıdan değerlendirmemiştir.

Bunlar 150 yıl gerilere giden bir çağın sembolüdür.

Bu anıt parkıyla telkin edilmeye çalışılan “Rusların Bulgar halkının kardeşi, kurtarıcısı, ağabeyi ve koruyucusunun Ruslar olduğu kuyruklu yalanıdır.” Bu anıt kompleksi de Bulgar halkını Rusları sevenler “Rusofiller” ve Ruslardan hoşlanmayanlar “Rusofobla” olarak ikiye ayırmıştır. Rusofoblar, Şipka anma törenlerine katılmaz, 3 Martı kutlamazlar.

Koca Balkan doruklarındaki bu alametlerin, dolayısıyla 3 Mart’ın bir “kurtuluş” günü olarak kutlanması ve 1991’de kurulan Bulgar İşçi Sosyal Demokrat Partisi’nin kendisi 7 defa parti isim değiştirdikten sonra, 1962’de Romenleri, 1972’de Pomak kardeşlerimizi, 1984-1989 zulmüyle de Osmanlı Türklerin isimlerini ve Kimliklerini değiştirme yeltenişleri tarihe bakış açımızı tamamen uzaklaştırmıştır. Bizim istilacı dediğimiz güçlere onlar “kurtarıcı” diyor. Müslüman Türkleri isimleri ve dinleri değiştirilmiş Hıristiyan olarak tanıtıyor. Dolayısıyla anadilde konuşmamızı, dinimizi, kültürümüzü, adetlerimizi, geleneklerimizi hala yasaklıyor.

Bu, katil zihniyet Bulgar halkını zehirlemiştir. Son 30 yılda toplum arınamadı. 3 Mart kutlamalarına davet edilmemiz Türk kimliği olarak yok olmaya hazır olup olmadığımızı yoklamaktır. Geçen sene 3 Mart’ta’İstanbul Konsolosluğuna kutlamaya giden soydaşlarımız bunu fark edemediler. Çok üzgünüm. Torunlarına ne anlattılar onu düşünüyorum. Biz zehirlenmiş bir zihniyetiz ve arınmamız uzun sürecektir mi dediler yoksa?

Bizler, Şipka’ya, Buzluca’ya çiçek ve çelenk taşıyamayız. Kimliğimizi, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü koruyarak yaşatma mücadelemizde düşen şehitlerimizin anıtlarına çelenk koyan Bulgar görmedim…

Tarih birçok Bulgar devleti tanır. Biri Kazan’da kurulmuş ve devlet dini olarak Türk soylulardan ilk İslam’ı kabul etmiştir. İlk Müslüman Türk devleti olarak tarihte bilinir. Başka biri bugünkü Ukrayna-Karpat yöresinde kurulan Bulgar Türkleri devletidir. Büyük Bulgaristan, yine Dnepır-Drestır nehirleri boylarında Kaan Kubrat tarafından kurulmuştur. Kaan yani Han Kubrat Atilla Soyundan olup, Bizans’ta yetiştirilmiş bir hükümdardır.

Atilla’nın 9.Kuşak torunu olan, Kubrat’ın en küçük oğlu Asparuh Bulgar kavmini Tuna boylarına getirendir.

Balkanlarda, Birinci Bulgar Devletini 681 – 1018 yılları arasında var olmuştur. Kurucusu I.Boris (Mihail) Orta Asya Altaylardan gelen DULO soyundandır. Hıristiyanlığı ve Kiril Alfabesini kabul etmiştir. Başkentleri Pliska, Presla (bugünkü Bulgaristan’dadır), Üsküp ve Ohri ise (bugünkü Makedonya’da) bulunur.

İkinci Bulgar Devleti’nin Bizans’tan koparılması 1185 yılına rastlar. 1396’da Osmanlı devletine katılana kadar yaşamıştır. Başkenti Tırnova, dili, eski Bulgar dili, dini Hristiyan’dır.

Üçüncü Bulgar Devleti 22 Eylül 1908’de Bulgaristan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle yaşam hakkı kazanmıştır. Berlin Kongresinde Mizya ve Sofya ovasında kurulması kararlaştırılan Prensliğin 6 Eylül 1886’da Doğu Rumeli ile birleşmesinin doğal devamıdır. Devlet şekli parlamenter monarşidir.

Son 142 yılda, devlet yönetim biçimi olarak monarşi, tek kişi yönetim, sosyalizm, totalitarizm ve Cumhurbaşkanı gözetiminde parlamenter demokrasi biçimi uygulanmıştır. Gerçekçi olması gerekirse Bulgaristan Milli Bayramı olarak 3 Mart tarihi değil, ya 6 Eylül ya da 22 Eylül tarihleri kutlanmalıdır. Çünkü Bulgaristan’ın bağımsızlık ve egemenlik davasıyla dolaysız ilintili olan aşamalardır. 1879 – 1908 yılları arasından Bulgar prensliği Osmanlı Valisidir, Osmanlıya vergi ödemektedir, henüz bağımsızlığını elde edememiştir. 6 veya 22 Eylül günleri kabul edilmezse Dünya Barış Günü de olabilir…

3 Mart’a 1880 yılında tatil günü ilan edilip bayram olarak anılmıştır. İlk kutlamada, Sofya’da yapılmış ve “Bulgaristan’ın Kurtarıcısı olarak tanıtılan” Rusya imparatoru II. Aleksandır’ın Tahta Çıkmasının Yıldönümünde anılmıştır. Ayrıca 1888 yılında ilk olarak Bulgaristan’ın Osmanlı hükümdarlığından kurtuluş günü olarak anılmıştır. Yani 10 yıl sonra 1890’da Milli Bayram ve tatil günü ilan edilmiştir. İlk kutlamalar Plevne’de yapılmıştır. Bu 10 yıl nerede ve kimin devletiydi?

Dediğim gibi 1888-1944’e kadar 3 Mart gününde Bulgaristan’ın Osmanlı köleliğinden kurtuluş günü olarak kutlanmıştır. 1944-1978 yılları arasında bu kutlamalar yasaklanmış ve savaşın 100. Yıldönümü vesilesiyle Sofya’da savaş gazileri anıtına ancak çelenk konmuştur. Yani 1990 yılına kadar bu anma törenlerinde sadece 20 pare top atışı yapılmıştır.

Demokrasiye geçişte 1991’de 3 Mart Milli Bayram ve tatil günü ilan edildi ve toplumu tamamen parçalandı. Bunu sadece Türkler değil Bulgarlardan da bunu kabul etmeyen büyük kitle var.

Bu bakıma, 3 Mart’ın Bulgar tarihinde yeri yoktur. Milli bayram olarak kutlanması anlamsızdır. II. Aleksandır Rusya’da toprak kölelerini serbest bıraktığı için “kurtarıcı” unvanına laik görülmüştür, Şipka’dan geçtiği için değil. Bulgar Anayasa’sında bile bu konuda madde yoktur.

Konu Bulgaristan’da can alıcıdır. 2018’de 3 Mart kutlamalarına Moskova’dan hükümet ve devlet heyeti gelmedi. Rusya Federasyonu Doğu Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Kiril geldi. Şipka’da yaptığı konuşmasında “biz sizi kurtardık ve ebediyen minnettar olmanız gerekir” dedi.

Başbakan Borisov bu törene katılmadı, bu yıl da Boyko BORİSOV’a sorulduğunda 3 Mat’ta ben Türkiye’deyim demiştir. 2016’da ise Bulgaristan Cumhurbaşkanı Plevneliev de katılmamıştır. 93 Harbinde Rusya’nın rolü üstüne Bulgaristan’da yeni bakış açısıyla yazılmış kitaplar çıktı, tanıtıldı tartışılıyor. Araştırmacı Yazar İvo İncev, “San Stefano Yalanı” ve 3 cilt olan “Sıvı Dostluk” araştırmasıyla 3 Mart yalanını okurlarına anlattı. Bulgar kamuoyu gerçekleri öğrendikçe, 3 Mart törenlerinden uzaklaştı ve daha da uzaklaşacaktır. Sadece HÖH ve Türk Aydınları ve yöneticileri törenleri kaçırmamaktadır. Hatta daha da ateşli konuşmalar bile yapmaktalar.

3 Martı Milli bayram ve Rusya saldırganını da “kurtarıcı” olarak tanımadığımızı ve saymadığımızı BGSAM-Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ve BULTÜRK Derneği olarak duyurduk. Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetemizde ve “www.ghaber.org elektronik politika ve aktüel haber yayınımızda görüşlerimizi açıkladık ve davet edilen her yere koşarak gidenlere, “uyanın”, “kendinize geliniz?” uyarısında da bulunduk.

Yazılarımız, uyarılarımız destek buldu. Ne yazık ki, bazı aydınlarımız bizi vatanımızdan kovanların her çağrısına uyan bir sürü gibiler. Türk milli bilinciyle dolmamız belki bir kuşak daha sürecek. 100 yıl Rusya’nın propagandasından 3 günde kurtulmamızı beklemeyiniz. Olay politiktir, konsolosluk bu töreni bile bile yaptı, sanki bizi ne kadar zehirleyebildiklerini yokladı. Gözümüzün açılıp açılmamış durumunu sınadı. Soydaşlarımı temsil eden dernekçi, federasyon başkanı ve bazı aydınlarımızın tavrından utanıyorum.

30 yıl geçti hala akla karayı seçemiyorlar.

Şimdi de gitmeyin diyorum. Gidilecekse bize konuşma hakkı tanınsın ve 3 Martın ezilip köle edildiğimiz gün olduğunu anlatalım. 3 Mart olmayaydı, biz Bulgaristan’da en az 5 milyon Müslüman Türk olacaktır. 3 Mart 4-5 milyon şehidimizi anma günüdür. Bizim için başka bir anlamı yoktur olamaz.

142 yıldan beri Bulgar tarih kitapları geçmişin tek duvarını örüyor. Bu, Bulgar milli çıkarları duvarına olumlu harç taşıyan tek yanlı yaklaşımdır. Bulgar etnik uyanışı Osmanlı devrinde Payisiy Hilendarski’nin kaleme aldığı “Islav-Bulgar Tarihi” eseriyle başlamıştır. Bir asır sonra 1872’de Bulgar Ulusal Hareketini sahnede görüyoruz. 1879’da da Bulgar milli devlet mayalanmasını görebiliyoruz.

Bulgar milli devlet modeli Batı devletleri ile Rusya’nın Bulgaristan’a dayattığı bir tek dilli, tek uluslu, tek kültürlü devlet monarşik devlet modelidir.

Batı ve Doğu’nun kabul ettiği, Osmanlının da onay verdiği bu modelin özündeki eksiklik şudur. Tarihinde 7 defa kırılan, çarpışmaları hep kazansa da, hiçbir savaştan galip çıkmayan Bulgarlardan yabancı bir modele göre milli devlet kurmalarının istenmesidir. Bilirsiniz, modern çağda olgunlaşmamış uluslar istidatlı devlet kuramaz. Üstelik her ulusta devlet kurma istidadı da yoktur.

Vurgulamak istediğim, Osmanlıda ulusa mayalanan Bulgar kavmi, 3 Mart 1878’de ancak milliyet olabilmiştir ve ne yazık ki, arkasında kalan 142 yılda da olgun bir millet olamamıştır. Artık beş kuşaktır yaşadığımız olumsuzluklar, Bulgar’ın Bulgar olarak öz kimliği ile uyanıp toparlanmasına en büyük katkılarda bulunan – Osmanlı döneminde Doğu Ortodoks Bulgar Kilisesine Bağımsızlık tanıyan, Kiril alfabesiyle yazıp okumasına olanak sunan, Bulgar köylüsünü şehirli yapan, Bulgar köylüsüne modern çiftçiliği, bağcılığı, bahçeciliği öğreten, Osmanlıdır. Dolayısıyla Türk hizmetleri, hoşgörüsü, iyi komşuluğu ve hayırseverliği bütünüyle reddedilip yerine Rus kurtarıcıları tarafından iri dikenli düşmanlık ekilmiştir.

142 yıldan beri Bulgarlar Türklerden kurtulma sıkıntısı içine düşmüşlerdir. Yalanla dolanla Bulgarların dünyada ilk düşmanı Türkler oluvermiş. Ulusal olgunlaşmalarını tamamlayamadıkları, devlet olarak adil kurumlaşamadıklarından dolayı, tüm etnik azınlıklara, onların dillerine, dinlerine kültürlerine karşı acizdirler. 2007’ye kadar kitaplar “Osmanlı Esaretini”, “Osmanlı zulmünü!”, 20 hayduttun katıldığı İngiliz parasıyla kışkırtılan Nisan 1876 Ayaklanmasında 30 bin kişinin öldürülmesi, “Batak Katliamı” diye anlatılan olayları sürekli körüklediler. “Batak köy” mezarlarını açarak topladıkları kafataslarını “Türkler bizi kesti” diye okuttular.

2004 NATO üyeliğinden ve 2007 Avrupa Birliği üyeliğiyle düşmanlık kusan taş plak kaldırıldı.

Söylemde gerçekçilik ve yumuşama hissediliyor. Örneklersek, 93 harbinde Bulgaristan’ı kurtarmak için savaşan Rusya’nın 220 bin asker kaybettiği tedavülden kaldırıldı. Rusya ordusu Romen, Leh ve Finlerle birlikte zaten 180 bin kişiydi. Müsaadenizle, bir misal daha: Bulgar milli uyanışında büyük kahraman-komitacı Vasil Levski’yi Sofya konağında yargılayan, kalem kıran, mahkeme heyeti başkanının, Osmanlı Divanı üyesi, Bulgar Hacı Pençociç ve yargıçların da Bulgar asıllı olduğu arşivlerden çıkarıldı. Buna benzer birçok örneği biz de yayınlarımıza alıyoruz, duyuruyoruz. Gerçeklerin bilinmesinde yarar görüyorum. Buzları eritmek zorundayız…

Bu olaylardan biri de 3 Mart yalanıdır.

Çünkü 3 Martta Ruslar hiç kimseyi kurtarmamış, ancak Marmara’ya inmişler ve Büyük Devletlerin kararlarına uymak için Berlin Konferansına gitmişlerdir. Berlin Konferansında Bulgar temsilci yoktur, fakat olay dünya büyüklerinin Bulgar sorununu çözmek için toplandıkları ballandıra ballandıra anlatılmıştır.

Bulgarlar; Türkleri, Müslümanları ve İslam’ı kötüleyerek Büyük Bulgar Kimliği yaratmanın mümkün olmadığını anlatmakla büyük, güçlü ve adil olunamayacağını 142 yıldan sonra bile anlayamamışlardır.

Bütün çelişki ve sıkıntıların temelinde, Bulgar toplumunun kendini arıtamaması, işlediği kötülüklerden ve kötü niyetlerinden vaz geçememesidir. En parlak örnek, isim değiştirirken, asimile ederken, kültürel soykırım yaparken ve 1 milyon soydaşımızı zoraki sınır dışı ederken işlenen suçlar kültürel soykırımlar. Kardeşlerimizi öldüren katillerin cezalandırılmadan kalmış olmasıdır. Fakat şunu da unutmasınlar İLAHİ ADALET GEÇ KALIR AMMA MUTLAKA GELİR.

Son dönemde olumlu bir olay oldu. Türkiye Cumhuriyeti Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Boyko Borisov arasındaki iyi – dostane ilişkiler sonucu olacak, İstanbul Balat’ta “Demir Kilise”’nin onarılmasından sonra, “Şipka Buzluca Milli Parkının” bakımı 35 yıllığına bir Türk firmasına veriliyor. Bu parka bir cami, 10-15 türbe kurulacak, şehitlerimizin kabirleri düzenlenecek ve tarihte hak ettikleri yere layık olacaklar. Tabii bizim arzumuz, Şipka Tepesine bir de görkemli Süleyman Paşa Anıtı ve bir Cami dikilmesidir.

En başta gelen sorun eski okullarımıza dönebilmemizdir. 70 yıldan beri karanlık içindeyiz. Devlet okullarında Türk çocuklarının, azınlık çocuklarının anadilde eğitim öğretim alması engellenmiş, okulda ve sokakta, oyun esnasında Türkçe konuşmaları yasaklanmıştır. 26 Mayısta Avrupa Parlamentosu seçimleri var, seçmenimize olayları, programları, hedefleri oyunları anadilimizde anlatmamız yasaklanmış durumdadır. En başta okul problemimiz çözülmelidir.

İkinci olarak halk törelerimizle, gelenek ve göreneklerimizle, adetlerimize dayanarak Türk kimliğimizle yaşamak istiyoruz. Bizim Türk kimliğimiz devlet tarafından tanınmalı ve anayasada ve yasalara işlenmelidir. Azınlık haklarımız tanınmalıdır. Bireysel ve kolektif (ortak) haklarımız tanınmalıdır. Dinimize tüm saldırılar, ezan yasaklamaları, cami taşlamalar, vakıflarımızın geri verilmemesi, mezarlarımızın talan edilmesi, bir başkentte Sofyada Müslüman mezarlığın olmaması, artık her tür maddi ve manevi sıkıntılar aşılmalıdır. Artık Bulgarlarla kardeşçe yaşamaya başlamalıyız.

Biz Bulgaristan Türk edebiyatı yarattık.

Halk yaratıcılığımızla kaynaşmış bir kültürümüz var. Yaşam hakkı istiyoruz. Bulgaristan’da yaşayan her vatandaş birinci sınıf vatandaş olsun istiyoruz. Sanatımızın serpilip açmasında ısrarlıyız.

Belediyelerde, bakanlıklarda, devlet kurumlarında, sosyal, ekonomik, sağlık, eğitim, kültürel ve diğer alanlarda devlet kurumlarında hak ettiğimiz oranda katılım hakkı istiyoruz. Bulgaristan’ın değişmesini, adaletin üstün gelmesini, demokratik toplumun ortak değer olmasını, hak ve özgürlüklerimizin eksiksiz tanınmasını istiyoruz.

Biz çok kültürlü bir vatan kurma davasına dört elle sarılmışız.

Biz 1989 yılında terk ettik 30 yıldır devlet kendine gelemiyor yok olmaya doğru hızla ilerliyor bunu ancak TÜRK-BULGAR birlikte durdurabiliriz. Sloganımız: Çeşitlilik içinde birlik ve ya birlik içinde çeşitliliktir. Ayrıca bu sloganda 3 Mart’ın da yeri yoktur.

Bulgar parlamentarizmini kısaca anlatayım. Bulgar parlamenter yaşamı seçim yapmadan başlamıştır.

10 Şubat 1879 sabahı, Osmanlı’dan önce son Bulgar başkenti olan V.Tırnovo şehrinde toplanan 229 temsilci (mebus) Bulgar’dır. Vidin ve Varna Müftüleri davet edilmiş, gelmemişlerdir. O zaman seçim yapılmış olsa, Prenslik topraklarında nüfusun %52’si Müslümandır, Kurucu Meclis bileşiminin yarısının Türk olması gerekirdi. Bileşime 10 bin kişiye bir temsilci katılırken – bunlar 1000 vekildir, diğerleri de bugün STK dediğimiz Bulgar cemaat, okul, manastır ve kurum temsilcileridir. Bulgaristan’ın bu ilk meclisin ömrü 2 ay oldu.

Berlin Konferansına göre Anayasa kabul etti ve 16 Nisan 1879’da dağıldı. Bulgar meclisinin aldığı ilk kararla Aleksandır Batenberg Bulgaristan Prensi atanmıştır. Anayasa’dan ve meclisteki çoğunluğun liberallerden oluşmasından pek memnun olmayan Batenberg, hükümeti tutuculardan kurabilmek için ilk dönemde meclisi 2 yıl dağılmıştır.

Bulgar yasama organının Sofya’ya taşınması hazırlıklarına 1884’te başlanmıştır.

Bugün de yasama görevi yapan, Sofya Meclis binasının temelleri 1884 yılında Prens Aleksandır Batenberg tarafından atılmıştır. Parlamento binası inşaatı için Sofya Belediyesinin özel kararıyla tesis edilen arsa, Sofya’daki Rumeli Vali Konağının Güneyinde bulunan Müslüman Mezarlığıdır.

Viyana’da hazırlanan bir plana göre, Bulgar meclis binası Müslüman Mezarlığı üzerine bir yılda inşa edilmiştir.

Açılışı, 28 Mayıs 1885 tarihinde yapılmıştır. Bileşim salonunda 320 milletvekili ve 600 izleyici için yer vardır. Bir yıl sonra – 1886’da – Güney Rumeli’nin Bulgar Prensliği tarafından ilhan edilmesiyle kapının üzerine “Birlikten Güç Doğar” yazılmıştır.

O dönem Bulgaristan’da liberaller ilk kez hükümet kurmuştur.

Başbakan Dragan Tsankov’tur. Prens Aleksandır Batenberg ise, Müslüman kabristanlığı üzerine bina edilen tartışmalara hâkim olamayacağını anlayınca 26 Ağustos 1886’da tacını indirmiş ve Bulgaristan’ı terk etmiştir. Bu meclis burada olduğu sürece Bulgaristan rahata kavuşamaz, bir an önce bu meclis buradan taşınmalı ve Müslümanların mezarlığı sahiplerine geri verilmelidir ve orası Türk mezarlığı haline gelerek buradan geçen Müslümanlar da geçmişte şehitlerimize bir Fatiha okuma fırsatı bulabileceklerdir ve hak yerini bulacaktır. İlahi adaletten kaçış yoktur, bunu ne kadar tez öğrenir ve yerine getirirseniz o kadar çabuk devlet olma yoluna gireceksiniz.


Sınır Ötesi Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Sizinle ne düşündüğümüzü paylaştığımız gibi, sizin düşüncelerinizi de duymak istiyoruz! Yorumunuzu paylaşın, geri bildiriminizi bekliyoruz!

Sınır Ötesi Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin