Bir Doktor düşünün!..

Bir doktor düşünün sizi muayene ediyor, ilaç yazıyor..

Ve aradan 5 gün geçtikten sonra sizi arayıp nasılsınız diye soruyor..

Tekrardan sizi hastaneye çağırıyor…

Siz gelemiyorsanız evinize kadar gelip sizi kontrol ediyor..

Pazar günleri dahi insanlar ihtiyaç duyabilir diye çalışıyor..

Edirne de yıllarca görev yapan Dr. Devrim Şukla ve ekibi evlere hizmette sınır tanımıyor.

Saç ekimi uzmanı ekip arkadaşlarıyla hastane ortamında Edirne’de hizmet veriyor.

Örnek bir insan..

Takdir edilmeyi hak ediyor..

Helal Olsun Doktorum..

Dr. Devrim Şukla diyor ki, “En son yayında açılan ankette “İyi bir hekim olmanın püf noktaları nelerdir?” diye bir soru sorulmuş. Çok önemli bir soru. Özellikle gizli müfredat kapsamında değinilebilecek bazı şeyleri açığa çıkarma açısından önemli. Bu soruya konuşmacılar ve moderatörler cümlelerinin arasında değindiler aslında ama burada bir kez daha altını çizebile biliriz. Bu konuyu bende önemsiyorum, hatta çalıştığım kurumlarda her yeni başlayan öğrenci grubumuza bu konuyu çok detaylı aktarıyorum. Şimdi bu yazıyı okuyan tıp fakültesi öğrencisi ve intern doktorlarına da mesaj ulaşmış oluyor.

Öncelikle bunun tek bir doğru yanıtı yok. Ama kendi bakış açımdan bu soruya yanıt vermeye çalışayım. Bence, hastayı yönetirken, hasta ile, yakınları ile ve diğer sağlık çalışanları ile olan süreçlerde kullandığımız bilgi, beceri ve tutum/davranışımız İYİ BİR HEKİM olmamızın ya da İYİ BİR HEKİM olarak algılanmamızın temelini oluşturuyor.

Aslında bu üç başlık (Bilgi, Beceri, Tutum/Davranış) hayatın herhangi bir sürecinde de başarıyı belirleyen başlıklar değil mi sizce de? Her ne ile uğraşırsanız uğraşın o konuyla ilgili bilginiz yetersiz ise, yeterince beceriniz yoksa ya da her şeyi çok iyi biliyor ve inanılmaz bir beceriyle bu bilginizi ortaya koyup o işi yapıyor olsanız bile tutum ve davranışlarınız insanları rahatsız ediyorsa, aranan ve örnek alınan kişi olamazsınız. Bu üçlüyü, üç bacaklı bir sehpanın bacakları gibi düşünebilirsiniz.

Bu konuya benzer bir soruyu hasta ve hasta yakınlarına “bir hekimden beklentiniz nelerdir” şeklinde sorularak yapılan onlarca araştırma var. Ben bu soruya verilen yanıtların iyi bir hekim olarak algılanmakla yakından ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar buna canlı yayında bir miktar değinilmiş olsa da tekrar altını çizelim.

Hastalar ve hasta yakınları hekimlerden beklentilerini sırasıyla listelemişler ve öne çıkan üç başlık şunlar:

  1. Güler yüz ve ilgi. Hastalar hekimlerin asık suratlı olmasını istemiyor :). Ek olarak kendileriyle yakından ilgilenildiğini hissettiren hekimlere daha fazla güveniyor ve tedavilerini kabul etmeye veya sonradan önerileri uygulamaya daha yatkın oluyorlar. Dolayısı ile Türk insanı olarak zaten güler yüzlü olan yapımızı hastanın yanına gittiğimizde de yanımızda götürelim. Sıcak bir merhaba, yumuşak, pozitif bir ses tonuyla sorulan “Size nasıl yardımcı olabilirim?”, ya da “sizi bugün buraya getiren sebep nedir?” Cümleleriyle başlayabilirsiniz bu diyaloğa. Fakat, unutmayalım ki, bu sürekli gülümseyeceğiniz anlamına gelmiyor. Burada bahsedilen şey pozitif, olumlu bir tutum içinde olmanız. İçinizde taşıdığınız pozitif enerjiyi, hastanıza, hasta yakınınıza hissettirin.

Diyebilirsiniz ki benim pozitif enerjim hiç yok (ki ben buna inanmıyorum)… Olsun, o zaman varmış gibi yapmamız gerekiyor. Hepiniz inanılmaz zor yazılı, sözlü sınavlardan, vizitteki hoca streslerinden, sözlü yada sözsüz profesyonel baskılardan geçerek çok önemli bir yarışın sonuna gelip intern doktor oldunuz. Bu süreçleri başarıyla geçmiş biri, hayatında her şey o an için ters gidiyor olsa bile, sanırım pozitif görünmeyi de hastası için başarabilir. Bu bir anlamda sanatçıların “gösteri devam etmeli” mottosuna çok benziyor. Sanatçılarımızın hayatının kolay olduğunu düşünüyorsak, cidden yanılıyoruz. Onların da maddi, manevi, kişisel yâda ailevi birçok sorunu var. Ama o sahneye çıkıp gösterebilecekleri en iyi performansı, sanki hayatlarında hiç bir sorun yokmuş gibi gösteriyorlar. Göstermek zorundalar. Çünkü biliyorlar ki bu işte başarılı olmanın ve daha ileriye gitmelerinin tek yolu bu. Sizler de bunu yapabilirsiniz, hatta yapmalısınız, yapmalıyız. Bu noktadaki diğer önemli konu, hastanıza ve hasta yakınlarına sizin yakından ilgilenen, önemseyen, dinleyen, anlamaya ve sorunu çözmeye çalışan bir hekim olduğunuzu hissettirmek. Bunu yaptığınız anda hastanızla aranızda kurulacak bağı bozmak cidden çok zor. Sizin onunla ilgilendiğinizi hisseden bir hasta, inanın o kritik anlarda başka bir şey istemiyor. Şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Deniyor ki karşınızdakinin sizin nasıl bir insan, hekim olduğunuzu anlaması yaklaşık olarak 30 saniyelik bir ilk görüş izlenimine dayanıyor. Yani hastamızla ya da yakınıyla karşılaştığımız ilk 30 saniye çok önemli, bu saniyelerdeki tutum ve davranışımızın onların size olan davranışını, güvenini temelden etkileyeceğini unutmamalıyız.

Bu ilk 30 sn. içindeki ilk izlenimi, sonraki saat ve günlerde değiştiremeyeceğimizi de aklımızdan çıkarmayalım. İlk izlenim çok ama çok önemli. Onlara o anda karşılaşabilecekleri en pozitif ve en duyarlı hekim olduğumuzu hissettirelim, sonrası cidden çok kolay.

  1. Hasta ve hasta yakınlarının önemsediği ikinci sırada yer alan şey ise profesyonel görünüm ve davranış. Şimdi, çok önemli bir noktayı hatırlatayım. Sizler sabahtan akşama bir koşuşturma içerisinde bir hastadan diğerine işlerinizi kovalarken, acaba sizinle aynı ortamda bulunan hasta ve hasta yakını saatlerce ne yapıyor? Bunu biraz düşünürseniz bazı araştırma sonuçlarını okumadan dahi bir çıkarımda bulunabilirsiniz. Sonuçlar ne diyor…

Hasta ve hasta yakınları etraflarındaki her şeyi, herkesi sürekli gözlemliyor. İçlerinden bu duvarın rengi neden maviden tutun da, hemşire hanımın giydiği terliğin rengi pek hoşmuşa, doktorun önlüğü ne kadar buruşuk, ya da şu köşede duran su sebilinden biri su verse de içseğe kadar aklınıza gelebilecek her türlü şey onların gözüne ve akıllarına takılıyor. Durum böyle iken sürekli gözlemlendiğimizi ve hakkımızda sözlü yâda sözsüz kritik yapıldığını unutmayalım. Eğer bunu unutmazsak, ona göre davranmamız da daha kolay olacaktır. Örneğin, hastamızın onu cidden endişeye düşüren sorununu ağzımızda sakız çiğneyerek sorgulamamalıyız. Ya da, saçımız başımız dağınık, üstümüz başımız buruş buruş hastamızla temas etmemeliyiz. Mümkün olan en düzgün şekilde onların karşısına çıkmalıyız. Ya da hem telefonumuza hem de hastaya aynı anda ilgi gösteremeyiz. Aslına bakarsanız günümüzde telefonlar sadece haberleşme ya da sosyal iletişim aracından öte birer profesyonel kaynak sağlayıcı olarak da işe yarıyor. Yani telefondan laboratuvar, radyoloji sonuçları, bilmediğimiz bir normal değer aralığı, hatırlamadığımız bir ilaç dozu gibi daha örnekleri artırılabilecek bir sürü hastamızla ve profesyonel gelişimimizle ilgili şeylere telefondan ulaşabiliyoruz. Fakat çok enteresan bir durum var acil servisle ilgili. Bunu eskiler fanustaki Japon balığı ile özdeşleştirmişler. Aslında fanusun içindeki taşların, balığın, varsa yapay çiçeğin boyutu, şekli, şemalı aynı, ama bu fanusa dışarıdan farklı açılardan baktığınızda balığın boyutunu, hareketini, ya da davranışını farklı yorumlayabilirsiniz. Bunun konumuzla ne alakası var? Hemen açıklayayım. Her ne kadar bizler bize tamamen normal gelen ortamımızda, normal gelen davranışlarımızı yapıyor olsak da, bu ortamın gerçekten içinde (yani fanusun içinde) bulunmamış kişilerinin, dışarıdan baktıkları ve sınırlı bir şekilde anladıkları kadarıyla bizim davranış ve tutumlarımızı normalmiş gibi algılamasını da bekleyemeyiz. Bunu daha spesifikleştirirsem, mesela hastanızla ilgili laboratuvar sonucuna telefonunuzdan bakıyor olmanızı hasta ve hasta yakınları aslında sizin arkadaşlarınızla sosyal medya üzerinden yazıştığınız kanısına kapılabilir. Ya da acil servisin ortasında bulunan deskte 2-3 dakika dahi olsa bir konu hakkında gülmeniz, yüksek sesle konuşmanız onlarla ilgilenmediğiniz algısını oluşturabilir. Bu ve buna benzer örnekler artırılabilir. Şimdi sizden ricam bu örneklerle karşılaştınız mı diye bir düşünmeniz.

  1. Üçüncü sırada tercih edilen özellik olarak hasta ve hasta yakınları hekimler bilgili olmalıdır demişler. Düşünün bakın, 1 ve 2 numara tamamen iletişim ile alakalı, 3. sırada ise bilimsel bir şey var. Bu cidden çığır açıcı bir şey. Yani dünyanın en zeki, en bilgili ve yetenekli hekimi olabilirsiniz, ama yukarıdaki 2 özelliğimiz yoksa hiçbir zaman İYİ BİR HEKİM tanımlamasına uygun olamazsınız. Yâda hakkınızda yani iyi hekim ama… şeklinde ama ile devam eden cümleler kurulur. Çok uzun yıllar önce, daha çocukken televizyonlar siyah beyaz iken seyrettiğim bir Türk filminde baba ile oğul arasında olumsuz bir süreç yaşanıyor. Baba çok üzgün, nerede hata yaptım diye kendini sorguluyor. Her neyse filmin sonunda baba oğluna şöyle bir laf ediyor “doktor olmuşsun ama adam olamamışsın”. Bu sözü kendi çalıştığım yerlerde en az haftada bir kez hatırlıyorum. Bu sahneyi hatırlayacağım durumlar oluyor yani. Sizde bir düşünün bu sözün tam üstüne oturduğu durumlarla karşılaştınız mı? Bu işin bir yönü. Bilgiye dönecek olursak, eğer tıbbı bilmiyorsanız tanı koyamazsınız ve tedavi edemezsiniz. Dolayısı ile okumak, öğrenmek, deneyim kazanmaktan başka şansımız yok. Okuyun, okuyun, okuyun… Bilgi her zaman güçtür, sizi dirençli yapar, daha sağlıklı doğru düşünmenize sebep olur. Bilgimizi artırıp deneyim kazanmaya başka bir açıdan değinecek olursak, örneğin yarış arabası kullanmayı playstation oynayarak bir yere kadar öğrenebiliriz. Ama koltuğa oturmadan, direksiyonu elinize almadan ve o motorun gücünü, etraftaki ek uyaranları, dönemeçleri, düzlükleri yarış arabasının içinde bizzat kullanarak hissetmeden ve defalarca pratik yapıp, belirli testleri geçmeden yarış pilotu olamazsınız. Hekimlik de böyledir.

Modern tıbbı kitaplardan, videolardan, derslerden, notlardan, vizitlerden öğrenebilirsiniz. Okuyup öğrendiğiniz, güvenli ortamlarda pratik ettiğiniz şeyler konusunda yetkin olabilmenizin tek yolu direksiyona geçmek. Bu bizim mesleğimizde hastanıza dokunmak, onunla temas etmek, sohbet etmek, hikaye almak, muayene yapmak, sonuçlarını değerlendirmek, tetkik ve tedavi planlarını bire bir konuşarak, tartışarak yapmak anlamına geliyor. Ama unutmayın, tüm bunlar olurken ne kadar bilgili olduğunuz hala Hasta ve hasta yakınlarınca 3. sırada tercih edilmiş olan bir şey.

Şunu da unutmamak önemli ki her şeyi bilemezsiniz, her şeye beceriniz yetmeyebilir, yâda her gün her saat tutumunuz, davranışınız mükemmel olmayabilir. Ama bu bir öğrenme süreci, kendimizi her gün, her yıl, her hafta, her ay, her yıl daha iyiye doğru geliştirebiliriz. Kendimizin en iyisini bulma arayışı bu açıdan çok önemli, lütfen bunu devam ettirin. Bir sonraki sohbette yâda buradaki yazılardan birinde sürekli kendimizi geliştirebileceğimiz çok basit bir uygulama önereceğim.

İyi bir hekim olmanın olmazsa olmaz kurallarından biri de şu; her hastayı anneniz, babanız, kardeşiniz, eşiniz, çocuğunuzmuş gibi görmek. Bu yaklaşım, hata yapma ihtimalinizi de en aza indirir. Diyelim ki, 65 yaşında karın ağrılı tanısından emin olamadığınız, muayenesi net olmayan bulgular içeren, laboratuvar değerleri çok anlamlı olmayan bir hastanız var. Ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. O anda şunu düşünmenizi cidden öneririm, eğer bu hasta annem olsaydı ne yapardım… Bu soruya verdiğiniz yanıt, o hasta içinde geçerli ve bunu uygulayın. Anneniz olsa yatırıp gözlemleyeceğiniz bir hastayı, anneniz olmadığı için taburcu etmeyin. Bu yaklaşım şunu da beraberinde getiriyor, “hastanızın avukatı olmanızı”. Bu şekilde düşünürseniz ve yukarıda sayılan 3 maddeye uyarsanız, daha mesleğinizin ilk gününden itibaren çalıştığınız kurumun en iyi hekimi olarak algılanmaya başlarsınız.”

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir