Alaaddin Uğur: “Maalesef Edirne bir sınır ve turizm kenti olarak pandemi sürecinden Türkiye’de en çok etkilenen şehirlerden birisi oldu. Bu dönemde bizler devlet olarak elimizi taşın altına daha çok sokmaya çalışıyoruz.”
Alaaddin Uğur: “Maalesef Edirne bir sınır ve turizm kenti olarak pandemi sürecinden Türkiye’de en çok etkilenen şehirlerden birisi oldu. Bu dönemde bizler devlet olarak elimizi taşın altına daha çok sokmaya çalışıyoruz.”
- Kendinizi tanıtır mısınız?
Alaaddin Uğur: 1973 Gaziantep doğumluyum. 1976 yılında babamın işi dolayısıyla Denizli’ye taşındık. Ben ilk ve orta öğretimi burada tamamladıktan sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldum. Askerlik derken, 1996 yılında Kilis’te İl Özel İdare Müdürlüğünde memur olarak kamu görevime başladım. Kilis’ten sonra, 3 yıl kadar Trabzon İl Özel İdaresi’nde çalıştım. Ardından 2005 yılında eşimin tayini dolayısıyla Edirne’ye geldik ve 15 yıldır da burada yaşıyoruz. Bir dönem dört yıl kadar Trakya Üniversitesi Strateji Geliştirme Daire Başkanlığında şube müdürü olarak görev yaptım. 2012 yılında Edirne İl Özel İdaresine Genel Sekreter Yardımcısı olarak atandım. 2019 yılından beri 3 yıldır vekâleten Genel Sekreterlik görevini yürütüyorum.
- Edirne’de korona virüs süreci nasıl ilerliyor? Şehrimizin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alaaddin Uğur: Biz korona sürecinde, Türkiye’deki en aktif özel idarelerden birisi olduk. Şöyle ki, sayın valimizin emriyle virüsle mücadele hususunda haftanın 7 günü aktif çalışan bir organizasyon kuruldu. Bu organizasyonda Kaymakamlıklar, Belediyeler, Birlikler, muhtarlar ve meslek odaları ile işbirliği içinde, birlikte çalışıyoruz. Organizasyonun merkezinde biz varız, zira girdilerin büyük çoğunluğunu biz temin ediyoruz. Organizasyonu çalıştırmak icin personel lazım, o personele kıyafet lazım, dezenfeksiyon malzemeleri ve bu tip şeyler lazım. Lojistiği biz sağlıyoruz. Tabi ki belediyelerin ve diğer kurumların da katkıları var, Dezenfektan olarak Trakya Üniversitesinde üretilen etki düzeyi yüksek fakat süresi sinirli olan dezenfektan kullanıyoruz. Yani anlayacağınız yaklaşık 1 yıldır 365 günün tamamına, corona ile mücadele açısından reaksiyon gösteren bir organizasyon var Edirne’de ve İl Özel İdaresi bunun merkezindedir.
- Edirne bir tarih ve turizm kenti olarak korona sürecinden çok etkilendi. Bu durum şehrin ekonomisini de olumsuz etkiledi. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Alaaddin Uğur: Maalesef Edirne bir sınır ve turizm kenti olarak pandemi sürecinden en çok etkilenen şehirlerden birisi oldu. Pandeminin ekonomik etkileriyle mücadele etmek sadece yerel dinamiklerin başarabilecek bir süreç değil. Hayatın durduğu, okulların, üniversitelerin kapalı olduğu bu dönemde evet bizler devlet olarak elimizi taşın altına daha çok sokmaya çalışıyoruz. Esnafa destek olmak için mümkün mertebe ihtiyaçları il içinden karşılıyoruz. Kamusal harcamalar bu noktada çok önemli. Vali bey bunun farkında tabi ki ve yatırımlarda önceliklerin yerini biraz değiştirdi, umumiyetle piyasaya hitap eden yatırımları biraz öne alarak özellikle inşaat sektöründe irtifa kaybeden göstergeleri makul bir seviyede tutmaya, sureci daha yaşanılabilir kılmaya çalışıyor. Çünkü vali bey biliyor ki bir inşaat işinde 10, 15 kişi demek dolaylı olarak minimum 60, 70 kişinin etkilenmesi demektir. Tabi bunların yanında Edirne artıları ve eksileri olan bir şehir. Sosyo ekonomik gelişmişlik düzeyi yüksek. Hoşgörülü, uygar ve yurttaşlık bilincine sahip insanlardan oluşan bir toplum. Kent içi güvenlik sorunları göreli olarak yok denecek kadar az. Öte yandan yaklaşık 88 yıl Osmanlıya başkentlik yapmış, her bir köşesi tarihi eserlerle dolu, bırakın ülkemizi, tarihi eser yoğunluğu açısından dünya ölçeğinde Floransa’dan sonra ikinci sırada geliyor. Tabi eksi yönler de var ve yaşanan sıkıntıların temel nedenleri de burada aslında. Yöre insanımızın davranış kodlarında bireysellik var ve ilkin bireysel kimliğini düşünüyor, Bu noktada bireysel & toplumsal dengesini iyi ayarlamak gerekir. Çünkü hiç toplumsal davranış geliştirememek de bir sorundur. Bu sorunun yansımaları bugün dışa kapalı, geliştirmek yerine muhafaza eden, risk almayan, değişim ve dönüşüme isteksiz bir topluluk olarak karşımızda duruyor. Burada bahsettiğim bireysel gelişim, dönüşüm değil. O konuda Edirne’nin eksiği yok. Kastettiğim şey toplumsal değişim ve dönüşümdür. Şayet Edirne bazı gerçeklerle yüzleşip üstün yanlarını öne çıkararak, zayıf yönlerini azalttırsa gelişecek, hatta bunu en uygun ölçekte yapacaktır.
- Edirne’yi turizm kenti olarak tekrar ayağa kaldırmak için neler yapmalıyız? Nasıl bir Edirne hayal ediyorsunuz?
Alaaddin Uğur: Edirne Batı Avrupa’da veya Orta Avrupa’da bazı büyük ilçeler veya orta karar şehirler vardı, hani barok mimari eserlerle ön plana çıkan, yılda bir kaç festivale ev sahipliği yapan ve bir yerlerinden nehir geçen kentler vardır. Huzurlu sakin şirin kentler. Örnek verecek olursak Almanya’dan Bamberg olabilir. Evet, tam da öyle bir kent, nüfusu 200 bin civarı, ünlü katedrali ve içinden akan Regnitz nehri. Bir ara Kutsal Romanın merkezi olan Bamberg’te her yıl bira festivali yapılır. Ayrıca ünlü bir basketbol takımları vardır. Her açıdan Edirne’ye benzeyen bir yer. Tüm bu saydıklarım inanın Edirne’de fazlasıyla var. Tarih, nehir, festival. Söylemek istediğim aslında şudur, Edirne tarih, kültür, festival üçgeni içinde tutularak bir turizm ekonomisi yaratmalıdır. Edirne’nin gelişme ekseni burasıdır.
Tabi ki geleneksel sektörümüzü ihmal etmemeli hatta geliştirmeliyiz. Tarım. Türkiye’de kırsal nüfusta ikamet edenlerin oranı yüzde 8 iken Edirne’de bu oran yüzde 20. Edirne kırsal nüfus oranını hala kaybetmemiş durumda. İnsanlar topraklarında kalıyor şimdilik, çünkü toprakları değerli. Biz bu oranı arttırmak için tarım ve hayvancılığı geliştirmek zorundayız. Ürün çeşitliliği artmalı. Kahramanmaraş’ta acılı dondurma üretiliyor. Tarımsal üretimi endüstriyel seviyeye çekip, entegre tesis sayısını arttırmalıyız. Çünkü tarım Edirne’nin geleneksel, stratejik ve itici gücüdür.
En büyük amaçlarımızdan birisi de nehirlerimizi Edirne’nin içine katmak olmalıdır. Turizmin içine çekmek. Bunu tekrar yapabileceğimize inanıyorum. Mesela geçenlerde nehirlerimizi ve köprülerimizi son teknoloji LED ışıklarla donattık. Burası bir başlangıç, bunun çok daha ötesinde, ben kısa süre içinde sayın valimizin köprü ve nehirlere el atıp, çok önemli katma değer yaratacak projeler yapacağını düşünüyorum.
Yine bu kimlikle uyumlu bir müzeler kenti kimliği de bu ana karakteri destekleyici bir unsur olacaktır. Valiliğimizin bu konuda yakında meyvesini verecek ciddi çalışmaları var.
Son olarak Kaleiçi ile ilgili de bazı adımlar attı sn. valimiz, tarihi eser sahipleriyle görüşerek restorasyon rölöve restitüsyon projelerini ücretsiz yaptırma, proje uygulamalarıyla butik otele dönüştürme şeklinde ana hatlarını bildiğim bir proje. Sayın valimiz bu hususta Çevre Vakfı ile çalışıyor.
- Alaaddin Bey, söylemlerinizden Türk Milliyetçisi bir konjektüre sahip olduğunuz kanısına varılıyor. Türk Milliyetçiliğini mantalitenize yöre yorumlarmısınız?
Alaaddin Uğur: Her insan biraz milliyetçidir aslında. Her toplum ve her ülke. Ayrıca bu iyi bir şeydir. Milliyetçilik bir ideoloji değildir bana göre. Bir duygular manzumesidir. Ülken için, geçmişin için, komşun için, toprağın için, toplum için, kültürün için hissettiğin karşılıksız, önlenemez doğal sevgi, saygı, aşk, hüzün, gözyaşı… Ben milliyetçiliği böyle tanımlıyorum. Sağcı, solcu, liberal, sosyalist, dinci vesaire tüm bu siyasi ve ideolojik sınırlama, tanımlama ve çekişmelerin uzağında onlardan bağımsız bir duygular manzumesi bu. Ve işin ilginç yanı tanımlanan tüm fraksiyonların her bir üyesinde mutlaka var olan duygular. Fakat Türk milliyetçiliğinin en önemli farkı, özelliği, erdemi, örneğin bir AB milliyetçiliğinden onu ayıran en ulvi taraf, burada yaşanmış bir olayı örnek vereyim. Yılını tam hatırlamıyorum ama 90’ların sonu gibi, Selanik’te Aris ile Beşiktaş arasında oynanan bir Koraç kupası maçında, oyunun sonlarına doğru Beşiktaş’ın siyahi pivotu Gary ALEKSENDER tahriklere yenik düşüp Yunanlı basketçiyle saldırdı, yumruklamaya başladı, bunun üzerine tüm Yunanlı basketçiler Gary’nin üstüne çullanıp tekmelemeye başladılar, işte tam bu esnada arkadaşlarının yerde tekmelendiğini gören 4 Beşiktaşlı basketçi 7 veya 8 Yunanlı basketçiye birden saldırdı ve bir şekilde Gary’yi ellerinden alıp, güvenli bölgeye sürüklediler. Ertesi gün Gary basın toplantısında idi ve şöyle dedi:
Kavganın her türlüsünü yaptım, dövdüm dövüldüm, bunlar benim için sıradan şeyler. Ama hayatım boyunca dün geceyi unutmayacağım. Çünkü ömrümde ilk kez bir beyaz benim için bir kavgaya girdi…
Yani bizim milliyetçiliğimiz, insanlık ile vicdan ile merhamet ile ve adalet ile çelişmez. Hatta bırakın çelişmeyi bilakis bunları ölçü alır.
Sınır Ötesi Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.