Fırat Akyol: “Türkiye’nin birçok yerinde ve Edirne’de rastladım”

0

Fırat Akyol: “Türkiye’nin birçok yerinde ve Edirne’de rastladım”

  • Sizi Tanıyabilir Miyiz?

Fırat Akyol: 2001 yılında Van’dan Edirne’ye gelerek yerleştik. İnşaat sektöründe faaliyet gösteriyorum. Baba mesleğim diyebilirim. Ortaokul yıllarımda Edirne’ye gelmiştim, babam o dönem rahatsızdı. Dolayısı ile benim devamlı okula gitme imkânım olmadı. 2002 yılında Edirne’ye yerleşip lise öğretimimi açıktan tamamladım. İlk ofisimiz Mevlana Caminin yanında idi. Daha sonra Bulgaristan gelen müşterilerin daha yoğun olduğu için Darülhadis Caddesinde ki iş yerimize taşındık. Toptan inşaat malzemeleri satıyorum ayrıca bunların ihracatını yapıyorum. Bir tane de lojistik firmamız var. Bu pandemi dönemi özellikle inşaat malzemeleri satış sektörüne çok yaradı. Krizi tam anlamıyla fırsata çevirdik. Özellikle Bulgaristan’dan gelen müşteriler inşaat malzemelerine yoğun talep gösterdikleri için satışlardan memnunuz.

  • Edirne Denince Aklınıza Ne Geliyor? Bize Edirne’yi Değerlendirirmisiniz?

Fırat Akyol: Edirne’yi anlatmak açısından böylesine bir başlangıç şart; çünkü kent tarihinde birkaç kırılma noktası var. Edirne, tarih boyunca hep işgal, savaş gibi hikâyeler ve gerçeklerle yüz yüze kaldığı için herkesin gözünde “yine bir gün mutlaka savaş alanı olacak, yine bir gün işgal edilecek” bir kent algısı yaşamış. Kurtuluş Savaşı sonrası mübadele veya mübadele dışında göçlerle burada yaşayan farklı farklı gruplar Edirne’yi terk etti. 1930’lu yılların başında Yahudiler ile ilgili Trakya Olayları var, o dönem Yahudi nüfusunun bir kısmı kenti terk ediyor ve daha sonra da parça parça İstanbul’a göç ediyor. 1967’den sonra kentte geriye çok küçük bir grup kalıyor. Bu insanların gitmesi, kentin potansiyelini olumsuz etkilemesinin yanında, kent merkezinde birçok işlevi değişmiş veya değişmeyi bekleyen yapı da yaratıyor. Ancak 1970’li yılların ortasında, Kıbrıs Harekâtı esnasında Türklerin belli bir güç ile gidip orada barınabilmesi, geri dönmemesi ve güç gösterisinde bulunması Edirne’de bir rahatlama yaratıyor. Bu yıllar ile birlikte, “burası sınır, yarın bir gün yine savaş olur” psikolojisi büyük ölçüde aşılıyor. O yıllarda birkaç olay daha var kırılmayı sağlayan. Edirne kalkınmada öncelikli yöre oluyor ve yatırım teşvikleri geliyor. Bu olayların iç içe geçmesi ile Edirne’de hareketlenme başladı. Ancak o dönem Türkiye’nin gerçeği olan “kent merkezindeki şu yapıları yıkalım da yerine yenisini yapalım” yaklaşımı Edirne’de de ortaya çıktı. Nitekim o yıllarda yapılan kamu yapıları da özel yapılar da bunu yansıtıyor. Şehrin ana ticaret aksı olan Saraçlar Caddesi’nin bir tarafındaki geleneksel dokudaki yapılar olduğu gibi yıkılmış ve yeni yapılar yapılmış. Bu yeni yapıların tümü kamu ya da yarı kamu yapıları olduğu dikkati çekiyor. Bir de, gerçek sahiplerinin terk ettiği ve başkalarının eline geçmiş olan sivil mimarlık örnekleri var. Bu yapılardan da bir an önce kurtulup yerine yenilerini yapmaya çalışıyorlar.

Yeni yapıları üretirken “Türkiye’nin birçok yerinde ve Edirne’de rastladım” mevcut imar planını yanlış yorumlama olarak tanımlayabileceğimiz bir süreç var. 1950’li ve 1960’lı yıllarda yapılan plan paftalarında, 45 derece, sık ince çizgilerle “mevcut nizamın korunması” gerektiğini gösteren bir tarama var. “Burada bir doku var, mevcutta ne görüyorsan onu öyle sürdür, kendi kafana göre uydurma, yanihal bahçesi, ön bahçesi, gabari vesaire aynı kalsın” demektir bu tarama. Fakat bunu belediyeler, “plancı buraya bir karar getirmemiş, onlar karar getirmediğine göre biz de yönetmeliğe bakarız” olarak yorumladılar. Yönetmeliğe göre 3 kat sığıyor, biraz zorlarsan altta bir bodrum kat ile 4 kat da mümkün, çatı arasına da bir yarım kat sığıyor, böylelikle kent merkezinde 4-5 katlı yapılar ortaya çıkıyor. Aslında 1960’lı yılların sonunda bir koruma planı çabası var fakat yanlış veya çözüm aramayan bir karar nedeniyle plan kenara konulmuş. Sadece tarihi kent merkezi, sit bölgesi için koruma planı yapılmış. Eskiden bir bilim kurulu incelerdi bu gibi planları. O tarihlerde kurul üyelerinden biri olan Doğan Kuban hoca “Edirne’nin doğal çevresi var, nehirler var, bunlarla beraber planlamak lazım” diyor. Tabii Doğan Kuban konuşunca kimse “önce bir kısmını onaylayalım, sonra diğer kısımlarını geliştiririz, çözüm buluruz” diyemiyor ve tamam deyip ihaleyi geri çekiyorlar. Bu sefer ek ihaleye çıkıyor, başka biri alıyor, o da bitiremiyor ve sonuç olarak bu koruma planı daha onaylanamadan ortada kalıyor. İnsanlar biraz birbirlerinin dilinden anlasa veya cesur olsa Edirne belki daha iyi korunmuş olabilirdi.

1980’li yılların başında, korumayı da kapsayan yeni bir plan yapma çabası başladı ve 1984’te tek parçalı, tarihi kent merkezi, sit bölgesi dahil olmak üzere, tüm kenti içeren bir plan üretilmeye başlandı. O planda bütün baskının merkezde olduğunu, herkesin “yıkalım yerine yenisini yapalım” düşüncesinde olduğunu gördüler.

  • Baskı nereden geliyor? Trakya’daki endüstrileşme ile Edirne bu dönemde göç mü alıyor?

Fırat Akyol: Edirne yalnızca kendi köylerinden göç alıyor. Kurulan sanayi ağır sanayi olmadığı için fazla göç çekmiyor. Edirne dışından genelde inşaat için göç alıyor. Bir dönem de Kapıkule hareketlendiğinde, orada ciddi bir rant ortaya çıkmaya başlamış ve buna yatkın bazı gruplar gelmişti Edirne’ye. Ancak çalışmak için dışarıdan göç pek gelmez, tam tersine göç verir. Daha doğrusu nitelikli işgücünü göç verir, kendi kırsalından göç alır. Bu nedenle örneğin son 30 yılda Edirne’nin merkezinin nüfusu ikiye katlanmıştır ancak il nüfusu aynıdır.

1984’teki koruma planına dönersek, burada görüldü ki, bütünün planlanması durumunda merkezdeki baskıya dayanmak çok zor, belediyenin de dayanması çok zor ve giderek daha da büyük bir kriz olacak. İhale şartnamesinde olmamasına ve yasalar o günkü mevzuata göre pek el vermemesine rağmen yine İller Bankası ve İmar İskân Bakanlığı uzmanlarından oluşan danışma kuruluna bir öneri ile gidildi. Kent üçe bölündü ve planlamaya en dıştan başlandı. En dış bölgede bir arsa arzı yapıldı; sonra çevresindeki tampon bölge ve en son merkez planladı. Böylece merkezdeki baskı kaldırıldı. “Bu gibi planların dozajını kaçırdığınızda, bütün dünyada olan şey Edirne’de de oldu; eskiden prestij noktası olan merkez boşaldı.”

  • Sizce doğru bir yaklaşım mı bu?

Fırat Akyol: Bütünün planlanmasında geç kalındığı için, bu yaklaşım ancak ateş düşürücü ilaç almak gibi bir şeydi. Tedavi durumu yok ama ateşi düşürmezseniz de ciddi bir faciaya gidiyor. Baştan bütüncül bir planlama olsa bu noktaya gelmeyecekti ama öyle bir aşamaya gelinmiş ki, birçok yapı yıkılmış yeniden yapılıyor, kaçak yapılaşma var… Böylece baskı azaldı ancak bu gibi planların dozajını kaçırdığınızda, bütün dünyada olan şey Edirne’de de oldu; eskiden prestij noktası olan merkez boşaldı. Daha alt gelir gruplarının, göç ile gelenlerin yaşadığı bir alan haline geldi.

Yine dünyada ve İstanbul’da da gördüğümüz biçimde, Edirne’de de son 5-10 yıldır merkez yeniden değerli olmaya başladı. Koruma bir sektöre dönüştü. Korunan sivil mimarlık örnekleri değer kazanmaya başladı, bunları kullanmak daha değerli bir iş haline geldi ve insanlar karşılığını almaya başladı.

  • Peki, merkezde, benzer örneklerde gördüğümüz soylulaştırma baskısı da var mı?

Fırat Akyol: Edirne’de yaşayan insanların göç ile gelenler ile hiçbir sorunu yok dersek yanlış olur. O anlamda, özellikle Türkiye’de Batı ile Güneydoğu arasında görülen gerilim Edirne’de de, çok aşırı olmasa da var. Merkezin bazı bölgelerinde güneydoğudan gelen kişiler yaşıyorlar. Ama onları “bir an önce sürelim, dağıtalım” şeklinde bir baskı yok; Edirne’de öyle bir rant yok ve bana göre olmayacak da çünkü Edirne’nin dışarıdan gelen ciddi bir para kaynağı yok. Emlak’ta da durum öyle. İstanbul’a veya diğer birçok kente göre çok daha uygun fiyata, daha büyük iş yerleri ve evler edinmek mümkün. Bu nedenle tüm kentin soylulaştırılması pek cazip değil. Ama ufak ufak, 3-5 tane sivil mimarlık örneği alan, onları restore etmeye başlayan insanlar var.

Edirne çok dar bir alanda, Türkiye’nin en fazla anıt eserinin, sivil mimarlık örneğinin olduğu yerlerden biri. Bunun getirdiği çeşitli dezavantajlar da var ama en nihayetinde Edirneli bunun çok farkında da değil. İçinde yaşadığınız şeyi çoğu zaman fark etmezsiniz. Eviniz size olağan gelir, bir başkası görüp çığlık atar ama sizin için doğaldır, her gün yaşadığınız yerdir. Edirne de öyle bir yer, içinde yaşayanların çok fark etmediği, dışardan bakan uzmanların veya ziyaretçilerin olağanüstü bulduğu bir yer. “Trakya tam bir geçiş toplumu; ne geleneksel yapılar güçlü ne de batıdaki gibi modern örgütlenmeler yeterince gelişmiş.”

  • Selimiye Cami önünde ki kazı ve peyzaj çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Fırat Akyol: Özellikle arkeolojik kazılarda bulduğunuz buluntuların ve yapıların, o kente, mimarlığa, eğitime veya bilime bir katkısı olmak zorunda. Ben orada ortaya çıkacak olan şeylerin hiçbir katkısı olacağını düşünmüyorum. Edirne’de çok daha fazla katkı yapacak alanlar var, Yeni Saray var. Burası öyle bir yer değil, boşalmış, metruk kalmış, sonra da yıkılmış. İllaki bu alanda kazı yapılacaksa daha derinin kazılması gerekiyor, asıl bilinmeyen o çünkü. Ama burada sadece 1-2 metrelik yüzey kazısı yapılıyor ve altına inme kararı da yok…

Peyzaj işinin bitmesini bekliyorum. İnşallah Selimiye Caminin süetine yakışır bir şey çıkar ortaya.

  • Edirne’den de geçecek olan Halkalı-Kapıkule Demiryolu hattının yapımına bu yıl başlanıyor. Peki, Edirne 2021’de bitmesi öngörülen bu projenin getireceği turistik ve ticari yüke hazır mı veya ne tür hazırlıkları var?

Fırat Akyol: Vatandaşın beklentisi çok büyük, “hızlı tren gelecek ve bizim derdimize çare olacak” diye düşünüyor.

  • Edirneliler, İstanbul’a Tarihi Yarımada’ya gelen turisti mi çekmeyi düşünüyor?

Fırat Akyol: Yalnızca turist değil. İnsanların “İstanbul yaşanacak yer olmaktan çıktı, ne olacak 1-1,5 saate düşecekse orada değil burada otururum” diyerek Edirne’den ev alınacağı veya kiralayacağını ümit ediyorlar. Bu konu mümkün olur mu bilemiyorum. İlk etapta öyle bir beklentim yok çünkü İstanbul’un Edirne’ye gelene kadar Trakya’da genişleyeceği daha çok alan var. Silivri bölgesinde, Kuzey Ormanları’nda birçok boşluk var. Edirne tarihi güzel bir kent ama Istrancalar Bölgesi’nin ormanıyla doğasıyla yarışabilecek bir yer de değil, hele İstanbullu”nun özleminin daha çok böyle yerler olduğunu düşünürsek…

Günde en fazla 2000-2500 kişi Edirne İstanbul arasında seyahat ediyor. Hızlı tren bu hatta bir ihtiyaç değil. Sürekli otobüs var, arada otoban var, ulaşım aslında zaten rahat. Eğer bahsettiğimiz hızlı tren Edirne-Halkalı gibi bir hat değil de Edirne-Sirkeci arasında olsaydı bu konunun Edirne”yi çok daha fazla etkileyebileceğini düşünürdüm. Sirkeci’den kalkıyor olsaydı Sultanahmet’teki turistin bir bölümü rahatlıkla Edirne’ye de gelip dönebilirdi.

Dünyanın her yerinde de böyle aslında hızlı trenler. Trene biniyorsanız o şehrin göbeğinde inersiniz. Tren eğer sizi şehrin bilmem neresinde bırakırsa, uçakla rekabet etme şansı olmaz. Almanya’da hızlı tren uçaktan pahalı ama tercih ediyorsunuz çünkü şehir merkezinden şehir merkezine gidebiliyorsunuz.

Bu zaten Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir projenin parçası. Edirne’nin hiçbir önemi yok bu projenin içinde. Benim gördüğüm bu hızlı tren projesinin esas amacı 3. Havalimanına servis sağlamak. Birisi örneğin Bulgaristan’dan binip, istediği yere uçacak veya Sivas’tan binecek, direkt havalimanının içinde inip aktarma yapıp uçacak her yere.

Sonuç olarak bu hızlı tren olayının İstanbul’dan Edirne’ye insan çekme konusunda başarılı olacağına inanmıyorum. Ancak bir konu daha var, Edirne’nin geleceği için önemli. Trakya için 1/100,000’lik çevre planı yapıldı ve daha sonra da İstanbul’a Uyumlaştırma planı yapıldı. Bu ikinci planı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İMP birimi yürüttü. Çalışmalar sırasında en net karşı duruş Edirne’den geldi. Tekirdağ zaten İstanbul ile uzlaşmak zorunda, çok iç içe geçti, çok fazla ortak alanları var. Hiçbir açıdan İstanbul’la savaşabilecek durumda da değil zaten. Kırklareli’nde belli bölgelerde direnç vardı ama büyük bir bölümü “olsa da biz de gelişsek” dedi. Edirne tüm bu planlama sürecinden çekildi ve planlama yetkisini İMP’ye vermedi.

  • “Uyumlaştırma Planı” ne demek?

Fırat Akyol: Trakya’daki planları İstanbul’un istediği hale getirmek… “Plana göre Trakya’ya gelmesi beklenen nüfus 4-5 milyon arası ancak bölge 1,5 milyondan daha fazla yeni nüfusu kaldıracak durumda değil.”

  • İstanbul neden Trakya kentlerinin tümüne kendi hinterlandıymış gibi davranıyor?

Fırat Akyol: Zaten öyle. Doğu’da ve Marmara bölgesinde de yaptılar aynı planı. Zaten ortada tüm Marmara’yı İstanbul’un gölüne çevirmek, kenti onun etrafına yaymak, raylı sistem ve deniz yolu ile desteklenen ve tüm Marmara’nın etrafını 3,5 saatte dolaşan bir otoban yapmak üzerine bir proje var. Trakya’da bu yayılma alanlarından birisi. Bu plana göre Trakya’ya gelmesi beklenen nüfus 4-5 milyon arası ancak bölge 1,5 milyondan daha fazla yeni nüfusu kaldıracak durumda değil. O yüzden aslında bütün Trakya’da ciddi bir muhalefet oldu ama sadece Edirne belediye olarak bu plandan çekildi. İstanbul zaten Edirne’ye muhtaç da değil, Edirne öyle yolun sonunda bir yer. Bu nedenle tüm bu plandan etkilenecektir ama dışında kalma fırsatı da var. Bence kalmalıdır da.

  • Bir sonraki sorum da bununla ilgiliydi aslında. Edirne bir sınır kenti ve bu sınırda olma durumunun etkilerini açmak istiyorum. Edirne’nin aslında sınır dışında fiziksel, toplumsal, kültürel ve hatta muhtemelen ailesel bağları olan komşu Bulgar ve Yunan kentleri ile ilişkisi nasıl? Trakya Belediyeler Birliği oluşumu Yunanistan ve Bulgaristan’dan belediyeleri de kapsıyor yanılmıyorsam?

Fırat Akyol: Çekül ve Tarihi Kentler Birliği olarak, tüm Trakya’yı kapsayan kültür ağırlıklı yol haritası çıkarıldı. Son gündemlerden birisi de “sınırsız sınırlar” diye isimlendirilen bir başlık. Çünkü sınır idari bir çizgidir. O çizgiyi çizdin diye, kültür bitmez, doğa bitmez. Nitekim sorunları da, iyi yönleri de sürer. Bu bölgede de doğal ve kültürel varlıkların bir kısmı sınırın ötesinde. Bu duruma dair birçok çalışma aslında yapılıyor yıllardır. Trakya Kalkınma Birliği (TRAKAB), yerel yönetimleri içeren, planlamayı yönetebilecek, GAP gibi bir kurum olmak üzere kuruldu. Ama öyle olamadı.

Bunun dışında bir de Trakyakent (Doğu-Batı Trakya Belediyeler Birliği) var. Trakyakent’in Yunanistan’daki belediyeler ve belediye birlikleri ile ilişkisi var. Zaman zaman ortak projeler de yaptılar. Şu an bizim Trakya’daki tüm belediyelerin yurtdışı ile çok yoğun ilişkileri var ancak 2007-2014 Avrupa Birliği bütçesi yalnızca Bulgarlar ile ortak sınır ötesi işbirliği için kullanılabildi, AB tarafından finanse edebildi. Yapılan birçok proje, restorasyon, yayın var ama biz Yunanistan ile sınır ötesi proje yapamıyoruz. Bu durum 2014-2021 bütçe döneminde de aynı. Türkiye ile Yunanistan’ın arası baktığınız zaman çok hoş görünüyor, başkanlar, bakanlar, hatta genelkurmay başkanları, halk zaten öyle, kol kola, diz dize… Ama bizim Yunanistan ile çok derin ve çözümü neredeyse olanaksız temel sorunlarımız var. Bunlardan biri Kıbrıs, diğeri ve bizi asıl ilgilendiren kıta sahanlığı sorunu. Yunanistan ve Türkiye arasındaki sınır belli değil o yüzden de Yunanistan’a sınır ötesi proje yapalım diye gittiğinizde “önce sınırı belirleyelim ki sınırın ötesi neresi belli olsun” diyorlar. Şu an sınırda ortak yapılacak hiçbir işi yapamıyoruz buna Meriç’in yatak temizliği de dâhil.

Önceki yıllarda Balkan Tarihi Kentler Birliği organizasyonu yaptık. Çok büyük olmayan ama tarihi özelliği olan kentler bir araya geldi ancak biz umduğumuz desteği bulamadık. Yani onlar AB’den bir fonu bu projeye yönlendirirler diye düşünüldü ancak ilgilenmediler ve çalışma yarım kaldı.

  • Konu sınır ötesi anlaşmalara gelmişken, Edirne’nin her yıl başına bela olan taşkınlar ne zaman çözülecek, bu konuda bir fikriniz var mı? Neden uluslararası çözüm yolları bulunamıyor?

Fırat Akyol: Biz Dicle ve Fırat’ın bedelini Edirne’de ödüyoruz. Bu çok açık. Türkiye 1994’teki sınır-aşan sular anlaşmasını içeren Helsinki Konvansiyonu”na imza atmadı. Çünkü imza attığı anda Dicle ve Fırat’ta bu kadar fazla baraj yapılması, sulama yapılması ve suyun bu kadar az verilmesi mümkün değil. Bu nedenle imza atılmıyor, Dicle ve Fırat’ta da istediği projeleri yapıyor. Bu konvansiyonu imzalamadığı için Meriç’e dair yapabileceği hiçbir şey yok. Nitekim bu konuda iki çarpıcı örnek var. Son dönemlerde iki tane ciddi taşkın olduktan sonra ilgili bakan “Bulgaristan’a karşı şahsi dava açın” dedi. Düşünün her durumda çok sert dış politika güdebilen bir bakanlık, bu olayda vatandaşa gidip kendiniz dava açın diyor çünkü anlaşmaya taraf olmayan hükümetin ve devletin yapabileceği hiçbir şey yok. İkincisi de, 1990’lı yılların ilk yarısında, Tansu Çiller başbakanken, kuraklık oldu. Kuraklık olduğunda Meriç deniz seviyesinde aktığı için deniz geri gelmeye başlar ve tuzlu su girer tarlalara. Türkiye’deki çeltik üretimimin büyük bir çoğunluğun üretildiği bu bölge için ciddi bir risk. Bulgarlardan su satın alınmak zorunda kalındı.

Ancak bu “baraj kapağını açtı, kapattı” mevzusu değil. Bulgarların barajlarının eski olması, su tutma kapasitelerinin düşük olması bir problem olabilir ama asıl sorun bu değil. Anadolu’nun her yerinde taşkınlar oluyor orada da mı baraj kapağı açıyoruz? Bu konu asıl yağış rejimi ile ilgili ve bizim yaptığımız planlama ile ilgili.

Birleşmiş Milletler geçen yıl bu konuda genel olarak sürdürülebilirlik kavramlarını yeniden irdeleyen bazı kararlar aldı. Taslakların arasında “ortak su” kavramı geçiyor. “Sınır aşan” su olarak baktığınızda ortada taraflar var, imza atmazsa hiçbir şey yapamıyorsun ama “ortak sular” dediğiniz zaman “su ortaktır, ortak çözüm bulunacaktır” gibi bir karara doğru gidiyor. Son metni yeni indirdim, henüz incelemedim ama orada bazı konuların zorunlu tutulabileceğine ve her tarafın sorumlu olacağına dair karar çıkacak gibi duruyordu. Sonuçta Dünya bir su krizine gidiyor, önümüzdeki yıllarda daha sert önemler alınacaktır.

En nihayetinde bu taşkın sorununa karşın yapılacak tek şey Türkiye ve Bulgaristan’ın birlikte karar almaları ve planlamaları ama daha da önemlisi herkesin bu düzensiz yağış rejimleri ile ilgili eski hesapları bir kenara koyup tüm planları yeni iklim koşullarına göre yeniden yapmamız lazım. Artık, barajlarımızı, kent mimarimizi, planlarımızı son 30 – 50 yılın yağış rejimlerine göre yapmamamız gerekiyor. Eski verilerin çöpe atılması, düzensiz ve dengesiz yağışa göre plan yapılması gerekli.

  • Ticari Olarak Edirne’nin İyi Olması İçin Neler Yapılabilir?

Fırat Akyol: Sınır ili olmamızdan dolayı Avrupa’ya açılan yollara sahibiz. Belediye kadrosu tamamen değişirse Edirne tam anlamıyla gelişir. Edirne’de işten anlamayan insanlar yönlendirme yaptıklarından dolayı biz bu çileyi çekiyoruz. Bilhassa asfalt dökümü tamamen berbat durumda. Ben Edirne’de inşaat sektörünü bırakıyorum. Şuan yapımı devam eden 2 şantiyem var onlar bittiğinde sadece inşaat malzemeleri satımına yöneleceğim. Sanıyorum ki ismimden dolayı belediye de pek sevilmiyorum. Mahkeme durumumuz söz konusu. Ayriyetten şuanda Bulgaristan’da açmış olduğumuz bir dükkanımız, showroomumuz var.

  • Edirne Turizm Alanında Gelişmiş Durumda Sizce Esnaflar Bu Durumdan Yararlanabiliyor Mu?

Fırat Akyol: Edirne esnafının genel anlamda tek sıkıntısı Bulgar vatandaşlarına daha farklı ilgi ve alaka gösterip yerli vatandaşları ayırmaları. Fiyatlar çok uçuk vaziyette. Bu fiyatlardan dolayı Bulgarlar Çorlu yada Lüleburgaz’ı tercih ediyorlar ki kendilerine göre haklılar. Sosyal medyada sadece Bulgarlardan oluşan grup var ben takip etmekteyim. Orada bile fiyat farklılıklarından dolayı şikayetler bulunmakta.

  • Nasıl Bir Edirne Hayal Ediyorsunuz?

Fırat Akyol: Edirne Turizm açısından gerçekten gelişmiş bir şehir. Ama ben uzun süredir inşaat sektöründe yaşanan olumsuzluklardan şikâyetçiyim. Birden aynı anda tüm mahallelerin kazılıp darmadağın edilmesinden memnun değilim. Kasada para olmadığından dolayı kalitesiz ve eksik malzeme kullanıldığını düşünüyorum. Borç çok gelir yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir