Doksan Üç Harbinden Balkan Savaşlarına Türklere Yapılan Büyük Mezalim
Doksan Üç Harbinden Balkan Savaşlarına Türklere Yapılan Büyük Mezalim
Bin üç yüz ellili yıllardan itibaren Balkanlara yerleşmeye başlayan Osmanlı Türkleri, burada beş yüz yıl boyunca hüküm sürmüş; Rumeli ya da diğer bir değişle Avrupa-i Osmani, insanıyla, kültürüyle ve değerleriyle insanların huzur içinde yaşamlarını sürdürdükleri bir coğrafya konumuna gelmiştir. Her kilometresiyle, dağıyla, taşıyla bir yar ve vatan olan Balkanlar Emperyalist devletlerin Şark Politikası neticesinde Doksan Üç Harbi ile beraber elimizden çıkmaya başladı. Savaş sonunda imzalanan Yeşilköy antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlığını kazanırken, Bulgar Prensliği kurulmuş oluyor ve Osmanlı Devleti adım adım Balkan Savaşlarına, büyük ”Bozgun’a” sürükleniyordu. Nihayetinde aralarında anlaşan Balkan Devletleri: Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ, çıkarları doğrultusunda Osmanlı Devletine savaş açtılar. Savaş sonucunda Osmanlı Devleti Bütün Rumeli’yi, ana vatanını kaybettiği gibi, hızla çöküşe sürükleniyordu. Özellikle 93 Harbi ve sonrasında yaşananlar dikkate alınacak olursa, dünya tarihinin en büyük katliamlarından birinin Balkan Coğrafyasında Türklere karşı yapıldığını söylemek doğru olacaktır.
Rusların ‘’Slav kardeşlerini koruma ve Ortodoksluğa yardım’’ sloganı ile açtıkları 1877-1878 (93 Harbi) savaşı sonucunda Osmanlı Devleti ağır bir mağlubiyete uğrayarak Romanya ve Bulgaristan’ı kaybetmiş, aynı zamanda Edirne de düşman işgaline uğramıştır. Ruslar İstanbul yakınına, doğuda da Erzurum’a kadar ilerlemiştir. Doğuda Kars, Ardahan ve Batum Rusların eline geçmiştir. Savaş sonucunda imzalanan 3 Mart 1878 tarihli Yeşilköy(Ayastefanos) Anlaşmasında Makedonya’nın Büyük Bulgaristan toprakları içerisinde gösterilmesi durumun vahametini göstermektedir.
Anlaşmanın diğer hükümlerine göre: Osmanlı Devletine bağlı, özerk ve sınırları çok geniş bir Bulgaristan Prensliği kurulmuştur. Bu devletin sınırları kuzeyde Tuna nehri, doğuda Karadeniz, güneyde Ege denizi ve batıda Arnavutluk’a kadar dayanmaktadır. Bundan başka Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlık verilmiş, Kars, Ardahan, Batum, Eleşkirt ve Beyazıt bölgeleri Ruslara bırakılmıştır. Bu anlaşma pek tabi İngiliz ve Avusturyalıların tepkisini çekmiştir. İki devlet bu anlaşmanın değiştirilmesi için Rusya’ya baskı yapmış ve 13 Temmuz 1878 yılında Berlin Barış Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Bulgaristan’ın sınırları daraltılmış, Bosna-Hersek Avusturya’ya bırakılmış, Girit Adası özerklik kazanmıştır. Ruslar Eleşkirt ve Beyazıt’ı da Osmanlıya geri vermiştir.
Gerek 93 Harbi, gerekse Berlin Anlaşmaları Osmanlı Devletinin ve Türk milletinin kaderini değiştirmiştir. Savaş sırasında ve Anlaşma döneminde başta Tuna vilayetinde olmak üzere, Edirne, Manastır ve Selanik’te çoğunluğu Türk,260.000 Müslüman öldürülmüş veya göç yollarında açlık ve hastalıktan ölmüştür. Türkiye’ye sığınanların sayısı ise 515.000’dir.
Savaşın cereyan ettiği esnada Edirne’de görev yapmakta olan İngiliz konsolosu Calvert 19 Kasım 1878’de Büyükelçi Layart’a yazdığı mektupta yaşananları şöyle anlatıyordu:
“Günlerce aylarca devam eden bir süreç sonunda evleri sürüleri ve malları gasp edilen Müslüman köylüler ahırlarda yaşamaya zorlandı. Gittikçe sertleşen yöntemlerle işkenceye maruz kaldılar. Derilerine sıcak demir bastırılıyor ve Bulgar jandarmalar tarafından ölüm seviyesinde dayağa maruz bırakılıyorlardı. Kadın ve kızlara canının istediği şekilde tecavüz etmeleri serbestti. Bir kısmı memleketlerinden sürülen bu Türkler mülteci vaziyetinde Bulgarlar nerede isterse orada çalışmak zorundaydı. Ruslar bu duruma kayıtsız kalmış ve işlenen suçlara iştirak etmiştir.”
93 Harbinden sonra Ruslar, Osmanlı’ya karşı devamlı surette Ortodoks ve Slavları isyana teşvik etmiştir. Rusların bu politikası Osmanlı’yı Balkan Savaşlarına sürüklemiş ve Avrupa-i Osmani elimizden kayıp gitmiştir. Balkan Savaşlarının nedenini anlamak için Berlin Anlaşmasını doğru okumak önem arz etmektedir. Berlin Anlaşmasındaki hükümler ayrılıkçı ve milliyetçi hareketleri tetiklemiştir. Toprağı genişleyen Yunanistan’ın iştahı artmış ve Yeşilköy Anlaşmasındaki hükümlerde yer alan Büyük Bulgaristan’ı kurmayı hedefleyen Bulgaristan daha da büyük bir hırsla Osmanlı’ya düşmanlık beslemiştir.
1890’lı yıllarda amacı Makedonya’da hâkimiyet kurmak olan devrimci örgütler kurulmuştur. Son derece tehlikeli olan bu komitacı guruplar, 19.yüzyıl sonlarında; Makedonya bölgesinde çok sayıda eyleme imza atmıştır. Teröristlerin yöntemleri köyleri yağmalamak, adam kaçırıp fidye istemek, cami ve kiliseleri yakmak, banka soymak gibi gayri ahlaki ve hukuki olmuştur.
O yıllarda Makedonya’daki komitacıların Türklere yönelik uyguladığı vahşeti Necati Cumalı, ‘’Viran Dağlar’’ isimli eserinde şöyle anlatır:
‘’ İlk silahlar patladıktan sonra akıllar durdu. Yaptığını, ettiğini bilmez, ölçemez oldu silah seslerini duyanlar. Kan tutmuştu ordudakilerle birlikte sivilleri de. Çok kan döküldü cephelerde. Cephelerden daha çok cephe gerilerinde can aldı savaş. Büyük, küçük, kadın, çoluk çocuk, yaşlı demeden binlerce kişi süngülendi, ateşe verilen evlerinde öldü. Savunmasız kadınların ırzlarına geçildi. Göç yollarında vurulmuş, düşmüş ölü anaların memelerini emmeye çalışan bebeler, üstlerinden geçen top arabalarının tekerleklerinin ezdiği, dağıttığı beyinler, karlara saplanarak ayakta donmuş kalmış atlar, insanlar, üst üste cesetlerle dolu hendekler görülüyordu. Çok gözyaşı döküldü, çok yoksulluk çekildi… ‘’
93 Harbi ve sonrasında yaşananlar Balkanlarda yaşayan Türk Milletinin kanıyla, canıyla mücadele ettiği en ağır imtihanlarından birisidir; ancak en büyük vahşet ve kıyım Balkan Savaşlarında yaşanmıştır. Milletimiz bilinçli bir soykırıma tabi tutulmuştur.
Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı ile toplamda 167,312 m² toprak ve 6,582,000 nüfus kaybetmiştir. O zamanki mülki teşkilata göre, 158 kaza ihtiva eden 33 Sancak terk edilmiştir. Bu sancaklar 7 eyaleti oluşturmaktadır. Aynı zamanda Savaştan önce Balkan nüfusu Arnavutluk hariç 2,315.000 iken savaş sırasında uygulanan bilinçli katliam ve tehcirler sonucunda Müslüman sayısı 1922 yılına gelindiğinde 370,000’e inmiştir. Aynı zamanda Balkanlar’dan Türkiye coğrafyasına 812,000 kişi göç etmiş, 633,000 kişi ise göç yollarında açlıktan, hastalıktan, bitkinlikten ölmüştür.
Balkan Savaşlarında yaşanan büyük vahşeti anlamak için yalnızca Edirne’nin düşmesinden sonra o bölgede yapılan zulme bakmak bile yeterli olacaktır. Bulgarlar, 27 Mart günü resmen şehre ayak basıp, yönetimi ele geçirir geçirmez, akla hayale gelmeyecek işkencelere imza atmış, Edirne halkı adeta cehennemi yaşamıştır. Yaşanan mezalimin boyutu, özellikle Sarayiçi ve çevresinde tüyler ürperticidir.
Esir alınan binlerce Osmanlı askeri Tunca nehri üzerinde bulunan Sarayiçi’nde toplanmıştır. Bu askerler burada tam bir ay boyunca salgın hastalıklar ve açlıkla mücadele etmiştir. Edirne’nin düşmesi bile Türk askerinin makûs talihini değiştirecek kudrette olmamıştır. Bu arada kalede bulunan ve sayıları yaklaşık 15 bin olan Bulgar, Ermeni, Yahudi ve Rum erler serbest bırakılmıştır.
Bu süreçte Tunca adasında 5000 esir Türk askeri öldürülmüş, Sarayiçi’nde 15,000 esir Türk askeri ve 5000 ahalinin ekserisi açlık ve süngü darbeleri ve kurşunla şehit edilmişlerdir. Sarayiçi dâhil, Eskizağran’da, Serez’de, Tunca Adasında açlıktan ölen veya kurşunla öldürülen Türk askerlerinin sayısı da 35,000 civarındadır.
Levid Gazetesi’nin Edirne Muhabiri de komitecilerin faaliyetleri hakkında detaylı bilgiler vermiştir:
‘’Birkaç günden beri Bulgar komitacıları köylerde gözükmeye başladılar. Çirmen, Karaağaç, Selimköy, Koruköy Bulgarlar tarafından harap ve yağma edilmiştir. Bu köylerin büyük çoğunluğu Bulgar hududu yakınlarında olup, ahalinin büyük bölümü Müslüman’dır. Bu zavallı köylüler, Edirne’ye iltica etmeyi düşünmektedir. Köylüler, çetecilerin Bulgarlardan müteşekkil olduğunu nakil etmektedirler. Hükümet komitecileri takip etmek üzere bölgeye iki tabur asker göndermiştir. Buna rağmen her gün parçalanmış cesetler keşfedilmektedir. Şimendifer Hattı’nın 27’inci kilometresinde bir araya bağlandığı halde bir gölde boğulan bir erkek, bir kadın ve bir çocuk cesedi bulunmuştur.’’
L’lllustration Dergisi’nin Nisan 1913 sayısında, Edirne’ye düşman birlikleri ile komitacıların girişi ve yaşanan zulümler hususunda ayrıntılı bilgiler yer almaktadır:
‘’Bulgar birlikleri ve müttefiklerinde tarif edilemez bir heves ve coşku var. Daha dün Türklerin ayakları dibinde sürünen Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler, şimdi sevinç çığlıkları atarak yeni Sezar’ın askerlerine tezahürat yapıyorlar. Birkaç kıta ellerinde tüfekleri ile ulusal marşlarını söyleyerek, diğerlerine katılıyor. Bu orduyu gönüllü bir Hristiyan topluluk, komitacılar ve keskin nişancılar izliyor. Bunlar çok faydalı destekçilerdir: öncesinde rehber olarak hizmet vermişlerdir. Şimdi de casus olarak hizmet verecekler. Bu geçit töreni tüm sabah sürdü; sonrasında askerler meyhanelere, kahvehanelere akın ettiler. Bunlar zaferin ilk günü için kâfiydi. Sonrasında korkunç olaylar başladı. Bulgarlar direnişin intikamını alacaktı. Üç gün boyunca şehirde korku hâkim oldu. Özellikle Türk evleri, kin ve intikam duygusuyla yağmalanmaya başladı. Müslüman kadınlarını meraklı gözlerden saklayan kafesli kepenklerin ve kapıların dipçik darbeleriyle kırıldığını gördük. Askerler ellerine ne geçerse çaldılar: ziynet eşyası, halılar, giysiler, taşınamaz mobilyalar kırıldı. Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar da bu çılgınlığa çomak tuttu ve paylarını aldılar.’’
Bulgarlar, sadece Edirne’de değil Türklerin yaşadığı hemen her yerde Bulgaristan’daki Türklerin sayısını azaltıp Bulgarları asli unsur kılmak için Türk ve Müslümanları Bulgarlaştırmaya gayret göstermişlerdir. Bu faaliyeti uygulamak içinde Türkleri ilk önce İslamiyet’i terke ve Hristiyanlığı kabule zorlamışlardır. Bu amaca uygun olarak ilk adımları, Camileri tahrip etmek veya kiliseye çevirmek olmuştur.
Bulgarların yaptığı vahşeti yerinde gören gazeteci Gustave Cirilli, yaşananları şöyle anlatmıştır:
“… Hadımköy Urla arasında, Çatalca, Sinekli, Çerkezköy, Lüleburgaz’dan geçerken ve büyük katliama sahne olmuş bu meşhur istasyonların çevresine bakarken, dumanlı harabelerden, yakılmış evlerden, kanlı delik deşik ve üstlerinden kadın saçları sarkan duvarlardan başka bir şey görülmüyordu.”
Balkan Savaşları sonrasında bölgede yaşanan zulüm durmamıştır, bunun en büyük örneği, Müslümanlara yapılan zulmün devam etmesi ve özellikle Rumların katliama devam etmesidir.
7 Temmuz 1918 tarihinde Edirne Valisi Zekeriya Vehbi tarafından Dahiliye Nezareti’ne gönderilen ve Gelibolu Mutasarrıflığı’nın hazırladığı raporlarda Balkan Savaşı sırasında Şarköy, Mürefte ve İnöz kazalarına bağlı köylerde Rumların Müslümanları dövüp işkence yaptıkları, para, hayvan, eşya ve zahirelerini gasp ettikleri, ırza tecavüzde bulundukları, zengin Müslümanlara sokak süpürtüp angarya işlerde çalıştırdıkları ve elliye yakın Müslüman öldürdükleri yer almaktadır. Ayrıca Mürefte, Platnoz, Kerise, Hora, İsterne, Ganoz, ve Uçmakdere köylerinden yüz otuz bir Rum ve Bulgar’ın Müslümanları mallarını yağmaladıkları, evlerini yakarak göçe zorladıkları, silahla takip, katletmek ve Hıristiyanlarla Müslümanları birbirine karşı kışkırtmak gibi faaliyetlerde bulundukları da raporlarda yer almaktadır.
Netice itibariyle, Osmanlı’nın anavatanı olan Balkanlar, Türkler için her zaman büyük bir acı kaynağı olmuştur. Anavatanını kaybeden Türkler, öldürülmüş, sürgün edilmiş, onlara yaşam şansı bile verilmemiştir. Bugün Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızın dörtte birinin göçmen olması, Balkanlara yakılan ağıtın hala geçerli olduğunu göstermektedir. Balkanların öneminin farkına varabilmek dileğiyle… Bütün şehitlerimizin ruhu şad olsun…
KAYNAKÇA
1-Balkanlardaki Gelişmeler ve Türkiye’ye etkileri ile Balkanlar-Türkiye Otoyol Projesi, Harp Akademisi Basım Evi, İstanbul 1999.
2-Şennur Şenel, ‘’19. Ve 20.Yüzyılların Denge Oyununda Balkanlar’’, Balkanlar El Kitabı, C.1,Araştırma ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul 2006.
3-Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda-Yüzüncü Yılında Balkan Bozgunu, Doğan Kitap, İstanbul 2013.
4-Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıymı (1821-1922), TTK, Ankara 2012.
5-François Georgeon, Sultan Abdulhamit, İletişim Yayınları, İstanbul 2012.
6- Necdet Hayta-Togay Seçkin Birbudak, Balkan Savaşlarında Edirne, ATASE Yayınları, Ankara 2010.
8-Bülent Yıldırım, ‘’Bulgar Ordusu Harekâtında Milisler’’,100.Yıldönümünde Balkan Savaşları ve Edirne Sempozyumu(15 Şubat 2013/Edirne), Edirne Valiliği Kültür Yayınları, Edirne 2013.
9-Azmi Yıldırım, ‘’Rum Çetelerinin Türklere Karşı Faaliyetleri’’, Türkler Ansiklopedisi, C.15.
Sınır Ötesi Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.