Semih Rıdvan CABALAR ”Balkan Harbinde Edirne Müdafaası”

0

Bin üç yüz ellili yıllardan itibaren Balkanlara yerleşmeye başlayan Osmanlı Türkleri, Burada beş yüz yıl boyunca hüküm sürmüş; Rumeli ya da diğer bir değişle Avrupa-i Osmani, insanıyla, kültürüyle ve değerleriyle insanların huzur içinde yaşamlarını sürdürdükleri bir coğrafya konumuna gelmiştir. Her kilometresiyle, dağıyla, taşıyla bir yar ve vatan olan Balkanlar Emperyalist devletlerin Şark Politikası neticesinde Doksan Üç Harbi ile beraber elimizden çıkmaya başladı. Savaş sonunda imzalanan Yeşilköy antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlığını kazanırken, Bulgar Prensliği kurulmuş oluyor ve Osmanlı Devleti adım adım Balkan Savaşlarına, büyük bir ”Bozgun’a” sürükleniyordu. Nihayetinde aralarında anlaşan Balkan Devletleri: Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ, çıkarları doğrultusunda Osmanlı Devletine savaş açtılar. Savaş sonucunda Osmanlı Devleti Bütün Rumeli’yi, Ana Vatanını kaybettiği gibi, hızla çöküşe sürükleniyordu; ancak Balkan Savaşlarında milletimizin yüzünü güldüren ve mücadele gücünü yüksek tutan şanlı bir direniş yaşandı: Edirne müdafaası…

Türk Ordusunun şeref ve haysiyetini göstermesi açısından son derece mühim olan bu direniş aynı zamanda Dünya’nın da hayranlığını ve takdirini kazanmıştır.1 Ekim 1912 Tarihinde padişah Mehmet Reşat tarafından Harbiye ve Dâhiliye Nezaretlerine gönderilen irade ile Osmanlı Devleti seferberlik ilan etti. Edirne kalesi söz konusu seferberlik ilanını aynı gün almıştır. Seferberlik ilanını içeren plana göre, Edirne’nin elli gün boyunca savunulması öngörülmüştür.[1] Özellikle Edirne Kalesi ve çevresinde seferberlik hazırlıkları devam ederken, Edirne müstahkem mevkii komutanlığına eski koçana Sıkı Yönetim Mahkemesi Başkanı Topçu Mehmet Şükrü Paşa atandı[2] Bulgarlar 22 Ekim 1912 günü şiddetli bir taarruza başladılar. Edirne mürettep kolordusu da bu taarruz üzerine karşı bir harekât düzenledi; ancak komutanlar arasında görüş farklılıklarının olması, tümen taarruz noktalarının sık sık değiştirilmesi ve etkili bir keşif yapılmaması gibi nedenlerden ötürü harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Başarısızlığın önemli bir nedeni de birliklerin eğitim ve disiplin açısından zayıf olmasıdır. Daha ilk seferde yaşanan bu başarısızlıktan ötürü 26 Ekim 1912 tarihinde savunma işlerini yeniden düzenleyen bir emir yayınlanmıştır. Hıristiyan erlerin söz konusu muharebelerde göstermiş oldukları korkaklıklar ve haince davranışlar nedeniyle kontrol altında tutulmasına karar verilmiş ve ellerinde bulunan silahlar geri alınmıştır.

Bu tarihlerde, sınır civarındaki köylerden Edirne’ye göç hareketi başlamıştır. Edirne bir yandan göç verirken, bir yandan da Rumeli’den kaçanlar Edirne’ye göç etmişlerdir. Kentin nüfusu yüz yirmi bin kişiyi geçince bir takım önlemler alınmak zaruri olduğundan göç edenlerin bir kısmı Keşan, Malkara ve Uzunköprü gibi çevre ilçelere yerleştirildi. Böylece yaklaşık on gün içerisinde şehri yirmi bin kişi terk etmiş oluyordu; ayrıca Edirne eski Mebusu Emin Bey’in başkanlığında bir komisyon kurulmuş ve Anadolu’ya geçmek isteyen halkın İstanbul’a getirilmesi için çalışmalar yapılmıştır. [3] Birliklerin biraz toparlanmasından sonra, 29 Ekim 1912 günü yeni bir taarruz yapılması kararlaştırıldı. Bulgar ordusuna yönelik bu taarruz sabahın erken saatlerinde başlamış ve yaklaşık olarak on iki saat sürmüştür. Her iki tarafta çok ağır zayiatlar vermiştir.[4]

Edirne Savunmasının en önemli özelliklerinden birisi Türk ordusunun psikolojik savaş teknikleriyle güçsüz düşürülmeye, halkın moral gücünün yıpratılmaya çalışılmasıdır. Takvimler 31 Ekim tarihini gösterirken, bir Bulgar uçağı Edirne üzerinde uçarken isabet almış ve kendi birliklerinin gerisine düşmüştür. Bu uçak düşmeden önce şehir üzerine çok sayıda propaganda bildirileri de atmıştır. Bu bildiriler de: ” Edirne’yi bin top ile kuşattık. Geliniz, teslim olunuz.” ”Biz Bulgarlar nefret ve kine sahip tedbirsiz Osmanlı hükümetiyle savaşıyoruz, biliniz ki niyetimiz kan dökmek değildir.” şeklinde ifadeler yer almıştır. [5] Bu vaka üzerine Şükrü Paşa karşı bir strateji olarak halkın manevi gücünü yukarılara çekecek bildiriler hazırlamıştır. Bu durum halkın ve askerin gözünde Şükrü Paşa’yı, emrinde vatan uğruna ölünecek büyük bir kahraman haline getirmiştir. Söz konusu çarpışmalar 20 Kasım tarihine kadar sürmüştü ve Edirne Doğu Cephesi her an bir saldırı olma ihtimaline karşılık tetikte beklemekteydi. 20 Kasım 1912, Kurban Bayramıydı. Edirne’deki ahali koyunlarını çok ucuz bir fiyata satmak durumunda kaldı; çünkü koyunlara yedirilmesi gereken tahılı insanlar yiyordu. Halk büyük bir kıtlık içerisinde kalmış; savaşın ağır şartları halkı zor duruma düşürmeye başlamıştı. Bu tarihlerde Kartaltepe ve Karabayır gibi önemli stratejik noktalar düşman tarafından işgal edildi.

Edirne’nin yoğun bir biçimde bombardıman altında olması, halk üzerinde olumsuz bir tesir yaratmaktaydı. Bu yüzden, Mehmet Şükrü Paşa,15 Kasım’da halkın moralini yüksek tutmak adına altında bizzat kendi imzasının bulunduğu bir ilan yayınlamış ve halkı sükunete davet etmiştir. Bu bildiride, halkın dedikodulara itibar etmemesi gerektiğini özellikle vurgulayan Şükrü paşa, hasarın küçük olduğunu söylemekte ve bozgunculuk haberlerine itibar edilmemesi gerektiğini telkin etmektedir.[6]

17 Kasım’da Edirne Doğu Cephesinde, üç günden beri devam eden muharebeler son bulmuş,18 Kasım’da herhangi bir hareket yaşanmamıştır. Müstahkem Mevki Komutanlığı birliklere gönderdiği bir emir ile Bulgar taarruzlarına karşı uyanık olunmasını ve gerekli önlemlerin alınmasını istemiştir. Bu arada Bulgarlar, Çatalca önlerine gelerek İstanbul’u adeta tehdit etmiştir. Bunun üzerine büyük devletler İstanbul limanına ikişer harp gemisi ve İspanya, Hollanda ve Romanya birer harp gemisi göndererek 18 Kasım 1912 tarihinde demirlemiştir. Gerekçeleriyse kendi elçilik ve iktisadi kurumlarını himaye etmektir. Bunun için karaya çıkartılan asker sayısı 2250’dir.

Tüm bunlar olurken, Müslüman halkta Kurban Bayramı telaşı yaşanmaktaydı. Her gün binlerce vatan evladının can verdiği, açlık sıkıntısının yaşandığı, bomba seslerinin insanların halet-i ruhiyesini iyiden iyiye bozduğu bir ortamda Kurban Bayramı gelip çatmıştı. Bu bayram her yönüyle geçmişteki bayramlardan farklılık arz etmiştir. Köylülerin bir kısmı, hayvanlarını pazara getirmiş ve çok ucuza satmıştır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, hayvanların yemesi gereken tahılı insanların tüketmesidir! Bu günlerde depolarda, bakkallarda tuz, şeker ve gaz kalmamış; kömür ise bitme noktasına gelmiştir.[7] Aynı zamanda şehirde saman kalmamıştır ve kaleye yakın köyler bir ay boyunca açık kalmasına rağmen bu köylerin saman ve tahılları alınıp kaleye getirilememişti.

19 Kasım günü, Kurban Bayramı’nın arifesidir ve güvenlik açısından kritik durumlar hasıl olmuştur. Bayramın halk ve askerler üzerinde olumlu bir tesir bırakacağı muhakkaktı lakin, moraller artsa da, ordudaki disiplinin bozulacağı ve savunma zafiyetinin artacağı endişeleri herkeste mevcuttu. Savunma zafiyetiyle ilgili en önemli endişe, askerlerin bayram namazı kılacak olmasıdır. Bu durumdan Bulgar askerlerinin yararlanmak isteyeceğini tahmin eden Şükrü Paşa, Edirne Müftüsü Ahmet Nuri Efendi’den fetva alma yoluna gitmiştir. Arife günü yayınlanan fetvada, Edirne’nin saldırı tehlikesinde olmasından ötürü, askerlerin bayram namazına katılmama haklarının olduğu belirtilmiştir. Bu fetvadan sonra bir de halka yönelik bildiri yayınlayan Şükrü Paşa, halkın bayramını kutladıktan sonra; yapılan muharebelerde Osmanlı’nın üstün durumda olduğunu ve düşmanın büyük kayıplar verdiğini söylemiş, halkın moralini yüksek tutmaya gayret etmiştir.

Bayramın ilk günü Bulgarlar, Güney cephesinden Ahırköy-Kartaltepe-Doğanca istikametine doğru ateşe başlamışlardır. Akşam saatlerinde Redif taburları geri çekilmek durumunda kalırken, Kartaltepe ile Karabayır düşmanın eline geçmiştir.[8]

Hafız Rakım Ertür, Bulgarların Kartaltepe’yi geri alma hadisesini günlüklerinde şöyle anlatmaktadır:

‘’Bir çok fedakarlıklar yapılarak ve canlar verilerek Kartaltepe alınmış ve korunmasına Gümülcine redifleri bırakılmıştı. Subayların ifadesine göre, bunlar orada umursamaz davranarak, hiçbir şeye önem vermeyip kestikleri sığır hayvanlarını kazanlara koyup, sanki bir mesireye gitmiş gibi eğlenceye çıkmışlar. Bulgarlar bu durumdan istifade edip bir gece baskını yaparak, hiçbir direnme görmeden adeta tokat ile Kartaltepe’yi aldıkları gibi silahları ile beraber birçokta esir aldılar ve birçok eşya ele geçirdiler. İşte pek çok kan dökülerek alınan Kartaltepe elimizden böyle gitti. Bayramın birinci günü tekrar bir savaş için Kartaltepe’ye, birlikler gönderilmeye başlandı. Bu gün kale bir bildiri yayınladı. Seyyar ordularımız karşısında bulunan düşman, kuvvetinin %45’ini kaybetti ve yakın zamanda ilahi zafere erişeceğimizi duyurdu. Biz de bunları okuyorduk ve her günümüz bekleyiş ile geçiyordu.’’

Bayramın ikinci günü, 21 Kasım’da Kartaltepe bölgesinde kanlı bir savaş olmuş, Buçuktepe mahallesinde sivil halkın büyük bölümü hayatını kaybetmiştir.Bu çatışma 20 Kasım’dakinden çok daha şiddetli cereyan etmiştir. Maraş ve Karagöz tepelerine adeta bir şarapnel yağmuru yağmıştır. Manzara savaşın korkunçluğunu gösterir niteliktedir.[9]

Edirne, 25-26 Kasım’da da bombalanmaya devam etmiştir. Yaşananlar halkı büyük bir umutsuzluğa sevk etmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, saldırıların bayramda da devam etmesidir.29 Kasım’da ise Bulgarlar Doğu cephesiyle beraber Güney cephesindeki Karaağaç mevkilerini de bombalamaya başlamıştır. Bu saldırı Bulgarların en büyük saldırılarından birisidir ve 3000 civarında askerini kaybeden Bulgarlar, bütün güçlerine rağmen askerlerini Edirne Kalesinden ileri geçirememiştir. Bulgarlar yaptıkları bir hücumdan sonra Papaztepe bölgesini tekrar ele geçirmiş, ertesi gün Kral Tepe’den açılan ateş sonucunda Papaztepeyi terk etmek durumunda kalmışlardır.

Kaleyi almak için her türlü psikolojik yöntemi kullanan Bulgarlar, ateşkesten önceki son saldırı günlerinde de Edirne kalesinden içeri bildiriler atmaya devam etmişlerdir. Ateşkesten önce attıkları son beyannamelerden birisi aynen şöyledir:

‘’Edirne’deki Osmanlı askerlerine:

Ey Osmanlı askerleri, çoktan beri muhasara altında bulunduğunuz için Edirneistihkamatı haricinde ne gibi şeyler vuku bulduğunu elbette bilmiyorsunuz. Paşalarınız, büyük zabitleriniz bunu size söylemezler.Çünkü her şeyi size tarif ederlerse belki kendilerini kurşuna dizersiniz.Halbuki Türkiye’nin işleri pek fena halde bulunuyor. Edirne’ye hiçbir yerden imdat gelmez.Ne zamansa o da düşecek.Fakat o vakte kadar kim bilir kaç kişi açlıktan,kurşunlardan,hastalıklardan ölüp gidecek.Eğer şimdi teslim olursanız, hem şeref-i askeriye layık şeriat altında tesliminiz kabul olunur,hem de faydasız yere kan dökülmez. Aksi takdirde hiçbir vakit çoluğunuzu, çocuğunuzu, pederinizi, validenizi göremeyeceksiniz. Son defa size ihtar olunur.’’

Edirne bütün gücüyle direnmeye devam ediyor, halk kısıtlı imkanlar ile düşmana aman vermiyordu. 1 Aralık 1912 Tarihinde, Osmanlı Başkonsolosluğundan gelen emir üzerine ateşkes yapıldı. Söz konusu ateşkes 10 Aralık Tarihinde tamamen uygulanmaya başlandı. Birliklerin dinlenmesi ve kışlalarda ikamet etmesine karar verilmişti. Ateşkes sırasında Gelibolu önlerinde bulunan Bulgar Askerlerine yiyecek ve cephane taşınırken, müstahkem birliklerimizin ve şehir halkının yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Yiyecek maddelerinin büyük bir kısmı Rum, Ermeni ve Yahudilerin depolarında bulunuyordu. Yani yiyecek sıkıntısının çözümü onların insafına bağlıydı. Fırınlarda dağıtılan ekmek ise dış görünüşü ve lezzeti itibariyle durumun kötülüğünü gösterir nitelikteydi.Bazı fırınların çıkardıkları ekmekler sırf arpadan yapılmış olup; kıtlık had safhaya ulaştığında ekmeğin içine süpürge tohumu bile girmiştir. [10] Edirne halkı yiyecek ekmek dahi bulamazken, Edirne önlerinden geçen Bulgar trenleri askerine devamlı surette yiyecek taşıyor ve bu da yetmezmiş gibi yabancı dillerde gazeteler atarak halkın moralini bozuyordu.[11]

Balkan Savaşları Osmanlı Devleti’nin aleyhinde seyrediyordu ve Edirne çevresindeki Kırklareli, Lüleburgaz gibi önemli noktalar ele geçirilmiş, Edirne adeta kendi kaderine terk edilmişti. Kamil Paşa Hükümetinin Edirne’yi Bulgarlara bıraktığı yönündeki haberler büyük bir yıkım yaratmıştı. Londra’da yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamaması üzerine harp hareketinin yeniden başlaması kararlaştırıldı. Edirne halkı iki ay boyunca destansı bir mücadeleye imza atarak şehri savundu. 23 Ocak 1913 günü, tarihimize ”Bab-ı Ali Baskını” olarak geçen vakanın gerçekleşmesiyle dengeler bir anda değişiyordu. Kamil Paşa hükümeti devrilmiş, yerine Mahmut Şevket Paşa getirilmişti. İttihatçılar Kamil Paşa hükümetinin Edirne vilayetini ve Ege Adalarını tamamen düşmana bıraktığını bahane ederek yönetimi ele geçirdiler.

Ne hükümet değişikliği, ne de Şükrü Paşa önderliğindeki Edirne Halkının kahramanca mücadelesi sonucu değiştirmeye yetmeyecekti. Bulgarlar, 3 Şubat 1913 tarihinde Çatalca’da ve Gaziler Tepesi önünde geri püskürtülmelerine rağmen Edirne’nin dayanacak gücü kalmamıştı. Yağmurlar zaten harap olmuş sokakları daha da beter hale getirmiş, nehirler taştığı için yollar kullanılamaz hale gelmişti. Ayrıca yoğun kar yağışları çevredeki karakollara ulaşılmasını engelliyordu. Şehir aydınlatılamıyordu ve yakacak bulmak neredeyse imkansızdı. Bağ, bahçe ve ormanlar ortadan kalkmış, ağaçlar yakacak ihtiyacı için mecburen kesilmişti. Şehir merkezine günde ortalama 500 mermi düşüyordu. Bulgar ordusu 24 Mart 1913 tarihinde Edirne’ye saldırdı ve şiddetli top ateşleri ile iki gün içerisinde şehri ele geçirdiler. Edirne olağanüstü bir direniş neticesinde beş ay sonra teslim oluyordu.[12]

Şükrü Paşa,yüz elli beş gün sonunda, İstanbul Hükümeti’nden ümidini kesince; başta Selimiye Camii olmak üzere Edirne’nin önemli değerlerinin zarar görmemesi için mukaddes davasından vazgeçiyor ve kılıcını düşmana teslim ediyordu. Edirne’ye gelen Bulgar Kralı Ferdinand, Şükrü Paşa’nın tüm dünyada takdir ile karşılanan savunmasından dolayı kılıcını kendisine iade etmiştir.[13]Şehrin düşmesi büyük katliamlara neden oldu. Edirne Sarayiçine kapatılan Müslüman halk, açlıktan ağaçları kemirme raddesine geliyor ve büyük işkenceler ile öldürülüyordu.

Bütün cephelerde savaşın kaybedilmesi üzerine, Osmanlı Devleti sulh istemek zorunda kalmıştır. Londra’da 30 Mayıs 1913 tarihinde yapılan anlaşma neticesinde, Midye-Enez hattı sınır olarak kabul edilmiş, Edirne Bulgarlara verilmiş ve adaların geleceği büyük devletlerin tasarrufuna bırakılmıştır. [14] Bu anlaşmadan yaklaşık bir ay sonra İkinci Balkan Harbi başlamış olup,bundan yararlanan Osmanlı Ordusu ciddi bir direniş ile karşılaşmadan Edirne’yi geri almıştır.[15]

[1] Ali Remzi Yiğitgüden, Balkan Savaşı’nda Edirne Kale Muharebeleri,s.17.

[2] Ali Remzi Yiğitgüden,a.g.e.,s.38.

[3] Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri(1912-1913),s.50.

[4]RatipKazancıgil,Balkan Savaşları’nda Edirne Savunması Günleri,s.22.

[5]RatipKazancıgil,a.g.e,s.23.

[6] Necdet Hayta-Togay Seçkin Birbudak, Balkan Savaşlarında Edirne, ATASE Yayınları, Ankara 2010,s.42-57.

[7] Raif Necdet Kestelli, Uful, Benseno Yayınları, İstanbul 2002,s.52.

[8] Ratıp Kazancigil, a.g.e,s.36-37.

[9] Nazmi Çağan, ‘’Balkan Harbinde Edirne’’,Edirne, TTK, Ankara 1993,s.204.

[10]RatipKazancıgil,a.g.e,s.49.

[11] Nazmi Çağan, Balkan Harbi’nde Edirne 1912-1913,s.203.

[12]RatipKazancıgil,a.g.e,s.88.

[13] Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi,C.IV,s.369.

[14] Ömer Faruk Yılmaz, a.g.e,s.369.

[15] Zuhuri Danışman, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi,C.XIV,s.65.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir