Prof. Dr. Günşen: “Öncelikle tarihi mekanların trafikten arındırılması gerekiyor.”

0

Prof. Dr. Ahmet Günşen: “Edirne’yi yönetenler akla mantığa uymayan uygulamalar yaşatıyor oysa çözünü biliyorlar!... Öncelikle tarihi mekânların trafikten arındırılması gerekiyor.”

Prof. Dr. Günşen: “Edirne’yi yönetenler akla mantığa uymayan uygulamalar yaşatıyor oysa çözümünü biliyorlar!… Öncelikle tarihi mekanların trafikten arındırılması gerekiyor.”

Prof. Dr. Ahmet Günşen: “Türk milliyetçiliği ırka dayalı değil, Atatürk’ün kast ettiği gibi kültüreldir.”

 • Prof. Dr. Ahmet Günşen, İpsala’nın Turpçular köyü doğumlu. 1980’de köyünden ayrılarak 2009 yılına kadar Anadolu’da öğrenim ve meslek hayatını sürdürdü. Lise yıllarında başlayan “Türk Milliyetçisi” sevdası ile ülkücü olma yolunda ki çizgisi ile Kırşehir Eğitim Fakültesinde Öğretim Üyesi isen Kırşehir Türk Ocakları Başkanlığı yaptı. 2009 yılında Edirne’ye dönerek Trakya Üniversitesin de öğretim üyesi olarak görev aldı. Ak Parti’den Edirne Belediye Başka adayı gösterilince istifa ettiği Trakya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Enstitüsü’nde kurucu müdürlüğüne daha sonra tekrar geri döndü. Türk Milliyetçisi, yardımsever ve akademisyen kişiliği ile tanınıyor.

Türk Milliyetçiliğini tanımlar mısınız? Bizim her röportaj yaptığımız kişiye sorduğumuz rutin sorulardan birisi bu. Amacımız, Türk Milliyetçiliğinin her platformda geniş anlamda konuşulup, tartışılıp kabullenilmesi.

Prof. Dr. Ahmet Günşen: Kişinin bireyi olduğu milletini sevmesi ve en büyük amacının onu yüceltmek, daha iyi refah seviyesine kavuşturmak olmasıdır. Kendini Türk milletine ait hisseden birey, mensubu bulunduğu Türk milletini yüceltmek için çalışıyorsa o Türk milliyetçisidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiyle milletimizi çağdaş, modern kültür, uygarlık seviyesine çıkarmak amacıdır. Türk milletini 21.yüzyılda geçmişine uygun bir yüceliğe taşımak; zengin, rahat, güçlü bir ülke yaratmak için çalışmaktır. Türk milliyetçileri olarak amacımız dünya siyasetinde ön saflarda bulunan, gerektiğinde masaya yumruğunu vuran bir memleket yaratmak olmalıdır. 14 yaşından beri bu davanın, bu fikrin yolunda mesai harcayan bir insan olmaya çalıştım. Bu dava için çalışmak gururların en büyüğü… Şunu da ifade etmek isterim ki: bilimsel ve kültürel olarak, akla uygun olan Türk milliyetçiliği ırka dayalı değil, kültürel olandır. Bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan ve kendini Türk hisseden herkes Türk’tür. Irk birliği tabiki önemlidir ama onun kadar dil ve kültür birliği de önemlidir. Bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar, bu ülkeye, bu millete fenalık etmediği, kutsalına göz dikmediği, el uzatmadığı sürece Türk milletine mensup olarak kabul edilir. Zaten Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği ve söylemlerinde dile getirdiği Türk milliyetçiliği de tam olarak budur.

►Türklük ile Müslümanlık ayrı kavramlar. Günümüzde Müslüman olmayan birçok Türk topluluğu ve bu toplulukların oluşturduğu Gagavuzlar gibi Türk devletleri var. Bu algı hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Dr. Ahmet Günşen: Türk milletinin tamamını düşündüğünüz zaman bu milletin yüzde doksanı Müslümandır. Genel itibariyle Türk milletine mensup kişiler Müslümandır. Ama tabii Müslüman olmayan ve bizden olan toplumlar da var. Bunların başında da Çuvaşlar ve Gagavuzlar geliyor. Bu noktada Çuvaşların da Volga (İdil) Bulgarlarının devamı olduğunu unutmamak gerek. Aslında Çuvaşlar, Karahallılar’dan önce Müslüman olmuş bir topluluktur. Sonraki süreçte zorla Hristiyanlaştırılmışlardır. Keza Gagavuzlar ’da Selçuklu toplumundan kopma bir topluluktur. Gagavuzlar, Sarı Saltuk Gazi’nin torunlarıdır. Onlar da 1261’de İzzettin Keykavus’un Bizans’a sığınmasıyla, Dobruca’ya başlarında Sarı Saltuk Gazi ile çıkmışlar, bu bölgede kalarak asimle olup, Hristiyanlaşmışlardır. Millet bir aidiyet meselesidir. Bu insanlar kendilerini Türk sayıyorlar, Türk hissediyorlar. Dolayısıyla onları Müslüman olmadıkları için ötekileştiremeyiz. Türk milletine mensup olduklarını ve bizden olduklarını ifade etmek gerekiyor.

Edirneli bir vatandaş olarak, Edirne’yi değerlendirmenizi rica ediyoruz. Şehrimizde gördüğünüz eksikler nelerdir? Bu eksiklere dair çözüm önerileriniz nelerdir?

Prof. Dr. Ahmet Günşen: Edirne dendiğinde akan sular durur, durmalıdır. Edirne, Türk kültür ve medeniyetinin, muhteşem yüzyıllarının muhteşem başkentidir. Şehirlerin sultanı, sultanların şehridir. Uzun asırlar bir iç il olmuştur. Bugün bir serhat şehri olarak Türkiye’nin tarihi başkentlerinden biridir. Başkentler susmaz, devamlı konuşur. Bugün konuşan Edirne maalesef acılarla konuşmaktadır. Acı ve feryat eden bir dille konuşmaktadır. Edirne’de yaşayan, Edirne üzerinde söz sahibi olan, Edirne’yi yönetmekle görevlendirilen insanlar Edirne’nin ne olduğunun bilincinde değil, bu şehrin öneminin farkında değil. O yüzden akla mantığa uymayan uygulamalar yaşanıyor. Dışarıdan Edirne’ye büyük bir merak ve heyecanla gelen insanlar, kafasında hayal ettiklerini gerçek Edirne’de göremiyor. Hayal edilen ile gerçek Edirne arasında uçurumlar görüyorlar. Edirne insanlar kafasında geçmişi olan bir büyük şehir. Bu büyüklüğün hala yaşandığını düşünen misafirlerimiz, buraya geldiklerinde hayal kırıklığı yaşıyorlar.  Edirne’nin günübirlik çözümler üretmekten vazgeçip, bütün farklı görüş ve düşünceden, siyasi farklılıklardan sıyrılarak bir araya gelmesi gerekiyor. Edirne’nin yerel yönetimde, belediyecilik manasında büyük atılımlara ihtiyacı var. Altyapıdan başlayarak temel problemleri halletmek zorundayız. Bu işe kafa yormuş birisi olarak söylüyorum. Bu şehrin hala kanalizasyon sistemi yok. On dakika yağmur yağıyor, şehir felç oluyor. Belediye başkanı adayı iken ilk mitingimi 8 Aralık 2013 tarihinde yaptım. O dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan da mitingimizde yer aldı. Dönemin Edirne Valisi Hasan Duruer, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hoş geldin konuşması yaparken cümlenin sonunda şunu söylemişti: ‘’Sayın başbakanım, maalesef 150.000 nüfuslu şehrimizin kanalizasyon sistemi yoktur. Şehrin kanalizasyonu Meriç ve Tunca nehirlerine akmaktadır.’’ Bunu duyduğum zaman üç günlük bir belediye başkanı olarak acıyla dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Maalesef 5 yıldır bu konuda bir çalışma yapılmadı. Partisi ne olursa olsun Edirne’yi seven insanların bu sorunu bir araya gelerek çözmesi gerekmektedir. Şehrimize özellikle hafta sonu binlerce turist geliyor. Onların temel ihtiyacı olan tuvalet problemini bile çözemiyoruz. Tuvalet, otopark, kanalizasyon gibi altyapı sorunları ile cebelleşen bir Edirne var. Su tesis atlarımızın bir kısmı maalesef altmışlı, yetmişli yıllardan kalma. Bu şehirde dört beş ayrı Edirne var. Dezavantajlı vatandaşlarımızın, Roman vatandaşlarımızın yaşadıkları bazı mahalleler içler acısı. Gerçekten bunu söylerken utanıyorum ama Edirne onlara da sahip çıkmıyor. Akşam belirli bir vakitten sonra güvenlik nedeniyle girilemeyen mahalleler var. Bu Edirne gibi bir şehre asla yakışmaz.  Roman vatandaşlarımızı seçimden seçime değil, her daim hatırlayalım, yaralarına derman olalım isterim. Bu şehrin kurulma sebebi içinden geçen üç nehirdir. Bütün tarihi kaynaklar bunu söyler. Eski çağlarda açık pazar yeri olarak kurulan bu şehir, bütün medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Edirne’nin bu tarihi önemi, Anadolu ile Balkanlar arasında bir geçiş güzergahı içerisinde olmasından kaynaklanmaktadır. Arda, Tunca ve Meriç Traklar’dan başlayarak Makedonya, Bizans ve Osmanlılara medeniyetin lideri olma şansını vermiştir. Şehrin jeopolitik önemi aslında bu üç nehirden ileri gelmektedir. Tunca’nın kenarında yıkılmaya yüz tutmuş Evliya Kasım Paşa Cami vardır. Bu cami bir rivayete göre 21, bir rivayete göre 41 merdiven ile Tunca’ya inmektedir. Yine rivayete göre insanlar merdivenlerden sandallara, oradan da Sarayiçi bölgesine gitmektedirler. Rivayetler şehir tabanında beyaz mermer bulunduğunu söylemektedir. Eski valimiz Dursun Ali Şahiner, bu konuda önemli çalışmalar yapmıştı ve kirlilikten dolayı bu mermere ulaşılamadığını ifade etmişti. Orası bir sayfiye yeridir, şehrin nefes aldığı yerdir. Şehrin sosyal ve kültürel yapısına da katkı yapmıştır. DSİ büyük bir proje ile nehri temizlemek için işe başladı ama kısa vadede halledilecek bir mesele değil. En azından 3 ile 5 yıl arasında temizlenebileceğini ve şehrimizin nefes alacağını ümit ediyorum. Bakın iki gün sonra 29 Ekim’de Cumhuriyet bayramımızı kutlayacağız, milletimiz ile coşkuyla… Ama milli bayramımızı yol üzerinde kutlayacağız, Edirne insanı olarak! Bu şehrin cumhuriyet meydanı yok! Edirne halkının çoluğu ile çocuğu ile elinde bayrağı, coşku ile bayram kutlayacağı bir alan maalesef yok. 25 Kasım stadyumunun akıbeti hala belli değil, İstasyon Mahallesinde miting yapılıyor, orada da pekala bayramlar kutlanabilir. Yani stadyumun olduğu yer ve istasyon mahallesi bu iş için uygundur. Edirne milli bayramlarını yol üstünde kutlamamalı! Edirne’nin en büyük sorunlarından birisi bence trafik sorunu. Bu sorun tüm Türkiye’de olduğu gibi Edirne’de de iyiden iyiye hissediliyor. Bu soruna el atmak zorundayız, toplu taşımacılığı ön plana çıkartmak zorundayız. Benim belediye başkanı adaylığım esnasında projelerimden biri bu sorunu çözmek için hafif raylı sistem kurmaktı. Hafif raylı sistem ile trafik sorununun çözülebileceğini düşünüyorum. Tabii öncelikle altyapı sorunu halledilmeli, buna bağlı olarak hafif raylı sistem oluşturulabilir.

Edirne’ye daha fazla turist gelmesi için neler yapılabilir?

Prof. Dr. Ahmet Günşen: Önce burada turistlerin neye ihtiyacı olduğunu tespit edeceksiniz. Edirne’nin esnafının zengin olması, şehri de zenginleştirir. Aslında şunu görmek gerekiyor. Edirne esnafı, Yunan ve Bulgar misafirlerimiz sayesinde krizden etkilenmedi. Bu şansı, bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Sivil toplum kuruluşları da halkımıza yardımcı olmak zorundadır. Sayın valimizin dil öğrenme noktasında esnafa yardımcı olması, çok güzel bir hamle. Otopark, tuvalet gibi temel ihtiyaçlar çözülürse, otellerin sayısı artırılırsa çok iyi olur. Turistlerin en az bir akşam burada konaklamasını sağlamak zorundayız. Böylelikle Edirne zenginleşecektir. Esnaf zenginleşirse, Edirne de zenginleşir. Esnafımızın, yabancı misafirlerimiz ile ilişkilerine de önem vermek zorundayız. Şehrimize gelen misafirlere davranış ve tutumları açısında da esnaf her daim denetlenmeli ki yanlış bir davranış yüzünden şehrimiz yanlış tanınmasın ve daha çok turist bize misafir olsun… Esnaf ve sanatkarlar odası, esnafımızın dil öğrenmesi konusunda çalışmalar yapmalı, bu işe önayak olmalıdır. Yine bu şehrin bir giriş kapısı olmadığını da ifade etmek gerekiyor. İnsanlar Kapıkule’den transit geçiyorlar, Edirne’ye uğramadan İstanbul’a doğru hareket ediyorlar. Edirne’ye girdiklerini gösteren güzel bir tabela, bir giriş kapımız yok. Şehre albenili bir giriş yapmak zorundayız. Yine Kapıkule’de aşırı yoğunluk olduğu günlerde tırlar uzun kuyruklar oluşturuyor. Hem tır şoförleri mağdur oluyor. Hem de kötü bir görüntü oluşuyor. Bu sıkıntıya da ivedi bir şekilde çözüm getirilmesi gerekiyor. Turistlerin ayağı alıştığı zaman onları Edirne gibi bir şehirden koparmak oldukça zordur, ama turist bir kaçtı mı geri getirmek daha zordur. Yabancı misafirlerimiz Kakava Şenlikleri, Kırkpınar gibi etkinliklerde şehrimize geldikleri vakit çok ciddi altyapı sorunları ile karşılaşıp, lanet ederek bu şehirden ayrılırsa bir daha nasıl geri getireceksiniz? Turist getirmek kolay, ama kaçtığında geri getirmek oldukça zor…

► Edirne’nin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Kaleiçi’nin mevcut durumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Dr. Ahmet Günşen: Kaleiçi’nde o kadar değerli yapılar var ki. Bu yapılar ya kendi kendine yıkılsın diye bekliyoruz. Ya da bir şekilde kaza süsü vererek yakıyoruz! Bu şehrimiz için büyük bir azap. Bu noktada Avrupa Birliği’nin UNESCO’nun önemli projelere kaynak akıttığını biliyorum. Bu tarz projeler oluşturularak, Kaleiçi kurtarılabilir ve otantik işletmeler ile turizme açılması işten bile değildir. Misafirlerimize tarihi evlerde, nostaljik eşyalarla Türk-İslam kültürünü yansıtan yapılarda konaklama hizmeti vererek, Kaleiçi’ni ihya edebilir, Edirne’nin değerine değer katarız. Bütün bunları yaptığımızda tarihi yarım adayı da turizmin hizmetine en iyi şekilde sunabiliriz. İleride bir belediye başkanı çıkıp, tarihi yarımadayı trafikten arındırırsa Edirne’ye en büyük iyiliği yapmış olur. Eski Cami 1414 tarihlidir. Bu caminin hemen üzerinden yol geçmektedir. Bu yol, cami temelinden yükseliyor ve cami minareleri her gün zangır zangır sallanıyor! Varın gerisini siz düşünün. Selimiye Cami batı ülkelerinde olsa, üzerine bir damla su düşmesine izin verilmez ama biz sahip çıkmaktan bile uzağız. Tarihi yapılarımızın ömrü hassasiyet olmadığı için maalesef kısalıyor. Tarihi yarımada mutlak surette trafikten arındırılmalıdır. Saraçlar Caddesi trafikten arındırıldığı için yaz-kış insanların nefes aldığı bir yer haline gelmiştir. Demek ki öncelikle tarihi mekanların trafikten arındırılması gerekiyor.

Hocam, Balkan Birliği konusunda ki görüşlerinizi açıklarmısınız? Bu birliğin Edirne üzerinde oluşacak etkilerini yorumlarmısınız?

Prof. Dr. Ahmet Günşen: Balkanlar, tarih boyunca farklı dil, din ve kültürlerin harman olduğu bir geçiş coğrafyasıdır. Kafkaslar ve Ortadoğu’nun da yer aldığı bu tür coğrafyalarda kalıcı barışı sağlamak çok zordur. Bu sebeple kan ve gözyaşının eksilmediği sancılı coğrafyalar olarak bilinirler. Balkanlarda tarih boyunca sadece iki sefer kalıcı barış dönemi yaşanmıştır. Bunların birincisi Pax Romana, yani Roma Barışı dönemi ki, 180 yıl kadar sürmüştür. İkinci dönemin şerefi de bize aittir: Pax Ottomana, yani Osmanlı Barışı dönemidir ki, 300 yılı aşkın süren bir kalıcı barış dönemidir. Osmanlı’nın sırrı, “insan”ı merkeze alan ve gerçek bir “hoşgörü” iklimi yaratabilmiş olması, kimsenin diline, dinine ve farklı kimliğine karışmamış, bunları güvence altına almış olmasıdır.

Bu coğrafyada kalıcı barışın reçetesi siyasi, askerî, iktisadi ve hatta demografik olarak mutlak hâkim bir güç olagelmiştir. Bu güç, bölgede hâkimiyetini yitirdiğinde, bölge, “balkanizasyon” kelimesi ile ifade edilen kargaşa ve vahşete bürünmüştür. Son olarak, Balkan Savaşlarının öncesi ve sonrasında yaşananlar maalesef bunun tanığıdır.

Bu gidişi durdurmaya dönük resmî ve sivil girişimler de olmamış değildir. Atatürk ve Venizelov arasındaki yakınlık, bizzat Atatürk’ün öncülük ettiği Balkan Paktı girişimleri maalesef sonu getirilememiş doğru, iyi niyetli, samimi ve umut verici resmî girişimlerdir. Son yıllarda bölge  üniversiteleri ve sivil toplum kuruluşları nezdinde her geçen artan ve doğruluğu anlaşılan bilim, kültür, sanat, spor vb. faaliyetler Balkan haklarının yüreğine su serper niteliktedir. Bunlar ne zaman devletlerin  resmî politikalarını zorlar ve yanlışlıklarını dizginler ise, o zaman Balkanlarda kalıcı barış için umutlanabiliriz. Batıda “soft power”, yani “yumuşak güç” denilen bu sivil  inisiyatif, bölge üzerinde gizli ve açık emperyal emel ve hesabı olan güçlerin hesaplarını bozabilir; birbirlerinin külüne muhtaç bölge halklarını birbirine yaklaştırır, konuşa konuşa istikballerini birlikte inşa etmelerini sağlayabilir. Yani kalıcı bir Balkan barışı ve birliği için anahtar, Balkanlıların kendi elindedir. Balkanlılar, Kendi kader ve istikballerini başkalarının, hele de emperyal güçlerin inisiyatifine bırakmamalıdır. Bu süreçte Osmanlı asırlarının bölge insanlarını mutfak kültürüne kadar birbirine benzettiği ortaklıklardan azami derecede istifade edilebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir