Erkin SABİT (Bilgisayar Yüksek Mühendisi) Ankara Meclisi Anadolu birliği Genel Başkan Yardımcısı Turan Konfederasyonu Genel Başkanı Turan Devletleri Stratejik Araştırmalar Genel Başkanı Uygur Federasyonu Genel Başkanı Turan Devletleri Teşkilatı Genel Başkan Vekili Kızılelma Ocakları Genel Sekreteri

Erkin SABİT
(Bilgisayar Yüksek Mühendisi)
Ankara Meclisi Anadolu birliği Genel Başkan Yardımcısı
Turan Konfederasyonu Genel Başkanı
Turan Devletleri Stratejik Araştırmalar Genel Başkanı
Uygur Federasyonu Genel Başkanı
Turan Devletleri Teşkilatı Genel Başkan Vekili
Kızılelma Ocakları Genel Sekreteri

Bugün, hem Türk-İslam dünyasının hem de hür dünyanın seyirci kaldığı Doğu Türkistan’da insanlık dramları yaşanmaktadır. Zulüm altındaki Uygur Türkleri, dünyaya seslerini duyurmaya çalışmaktadır.

Dünya tarihine bakıldığı zaman medeniyetin ve insanî değerlerin Uygurlardan dünyaya yayıldığını görmekteyiz.

Sizlere bugün, Uygur Türklerinin İslam’a girişlerinden ve Türk-İslam dünyasına yapmış olduğu hizmetlerden bahsetmek istiyorum.

Türk tarihi Uygur Türklerinin, İslam’a, Türklüğe ve insanlığa hizmetlerini altın harflerle yazmaktadır.

Uygur Türkleri, Dünya tarihi ve Türk tarihinde ilk defa yerleşik hayata geçen kadim Türk boylarından sayılmaktadır.

Uygurların ve Türk Boylarının İslam’a Girişleri

Uygurlar, 751 yılından itibaren Türk dünyasında İslamiyet’i ilk kabul eden ve İslamiyet’in Türk dünyasına yayılmasını sağlayan, Uluğ Türkistan’da uzun asırlar hâkimiyet sürdüren kutlu bir Türk kavimidir.  Uygurların İslam’a girdiği bu dönem Doğu Türkistan’ın ve Uygur Türklerinin altın çağı olarak kabul edilir.

Uygurların bu dönemi, sadece Müslüman Türkler için değil, bütün insanlık için huzur içinde geçen zamanlar olmuştur.

Hazreti Peygamber döneminde, 627 yılında, İslam ordusunun Hendek Savaşı’na hazırlandığı sırada, bir Türk’ün Hz. Muhammed’in (sav) çadırında oturduğu rivayet edilir.

737 yılında Hazarlarla yapılan savaşı İslam ordularının kazanması üzerine Hazarlar, ülkelerinde İslamiyet’i anlatmak üzere iki fakih görevlendirilmesini kabul ettiler. Türklerin büyük bölümü ise İslam ordularıyla zaten hiç karşılaşmamışlardı. Kırgızların, Kıpçakların, Kimeklerin, Tatarların, Uygurların ve Oğuzların İslamiyet’le tanışmaları Emevilerden ziyade Abbasiler dönemine tekabül eder. 750 yılında Abbasi hanedanı, Emevi iktidarını ortadan kaldırdı. Emevi ailesinin son ferdi Abdurrahman, Endülüs’e kaçabildi. Devletin merkezi Şam’dan Bağdat’a çekildi. Burada yeni bir medeniyet yükselirken Asya’nın derinliklerinde de Göktürk hâkimiyeti sona ermiş, Asya kıtasının iktidarı Uygurların eline geçmişti (745). Bütün bu karmaşa arasında Tang Hanedanı yönetimindeki Çin, hâkimiyetini yavaş yavaş batıya kaydırmaya başlamış ve İslam ordularıyla karşı karşıya gelmişti.

İslam ordularına karşı başarısız olan Fergana İhşidi, 712 yılında Araplara karşı Çin’den yardım istemiş ve Çin hâkimiyetine girme sözü vermişti. Benzer bir teklif de 726’da Buhara emirinden gelmişti;  Çin yardım ederse Buhara Özbekleri, Çin hâkimiyetine girmeye hazır idiler. Aynı şekilde Semerkant ve Toharistan’dan da Çin’e elçiler gönderilip yardım çağrıları yapılmıştı. Çin bütün bu çağrıları cevapsız bıraktı. Muhtemelen bu tarihlerde Çin, Tibet meselesi ve Uygurlarla uğraşıyorlardı.

Türgiş Kağanı Sulu Kağan’ın 738 yılında vefatı ve Türgişlerin karışıklığa sürüklenmesi üzerine Çin harekete geçti. İli Vadisi ve Issık Gölü’ne doğru genişlemeye başladı. Çinliler 747 yılında büyük bir ordu ile batıya doğru harekete geçtiler ve Abbasi ordularıyla karşı karşıya geldiler.

745 yılında Göktürk Devleti’nin yıkılması ile Uygurlar, Asya’nın yeni hâkimleri olarak yükselmeye başladı. Karahanlı hükümdar ailesinden Satuk Buğra Han(Uygur Türk’ü), İslamiyet’i benimsedi. Aslında bu olay Asya’daki Türkler için dönüm noktası oldu. Satuk Buğra Han, Kaşgar, Atbaşı, Artuş, Aksu gibi önemli merkezî şehirleri İslamlaştırmakla kalmadı; Karahanlı (Uygur) ülkesinde İslamiyet’in yayılmasının da yolunu açtı. Karahanlı Uygurlar hızla Müslümanlaştılar.

  1. yüzyılda Selçuklu hanedan ailesinin İslamiyet’i benimsemeleri ile Oğuzların (Türkmen-Yörük gruplarının) İslamlaşması hızlandırdı. Oğuzlardan hemen en az 200 bin çadırlık bir grup İslamiyet’e girmişti. Oğuzlar, sadece dinin hizmetkârı değil aynı zamanda İslam’ın yeni savunucusu ve fatihleri oldular. Oğuzlar önce İran’ı, sonra Irak, Suriye ve Anadolu’yu fethettiler.

Orta Asya’da uzak bozkırların atlıları Kırgızların İslamiyet’e girişleri ise 17. yüzyılda ancak tamamlanabildi.

Uygurların İslam’a Hizmetleri

Uygur Türkleri, Karahanlılar zamanında Çinlilere karşı Araplara yardım ederek İslam ordularının galibiyet elde etmesini sağlarken Asya bölgesinde de İslam’ın yaşamasına ve kök salmasına vesile oldular.

Anlaşılan odur ki; bir türlü dillerden düşmeyen “Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldu” iddiası aslında büsbütün kurgudan ibarettir. Abbasilerin Çinlilere karşı savaşında Uygur Türkleri Abbasîleri kurtardı, Türkler, Abbasilerden başlayarak İslamiyet’e sahip çıktılar ve İslam’ın yaygınlaşmasına vesile oldular.  . Hatta İslam’ın kabulü ile Türklükten uzaklaşma gibi garip iddialar bile ileri sürülmüştür. Hâlbuki Türklerin İslam ile müşerref olmaları onlara yeni bir dinamizm kazandırdı. Gazneli Mahmutlar, Alparslanlar, Süleyman Şahlar, Osman Gaziler, Nurettin Zengiler, Kılıç Arslanlar, Fatihler, Timurlar, Kanuniler sadece birer Türk hakanı olmakla kalmadılar; İslam’ın sesini en uzak diyarlara kadar taşıdılar. Onlar sayesinde İslamiyet Kafkaslarda ve Balkanlarda yayılma imkânı buldu.

Asya’nın kadim ahalisi Uygur Türkleri, İslam coğrafyasının genellikle hâkimi, dinî müesseselerin hadimi oldular. Kanlarını bu yolda, canlarını bu uğurda harcamaktan hiçbir zaman geri durmadılar.  Uygur Türkleri, Müslümanlığı dünya Türklüğüne yaygınlaştırdılar. Bu bölgeden dünyanın dört bir yanına göç eden Uygur Türkler,  İslam dinini dünyanın çeşitli bölgelerine taşıdılar.

İslam’ın yayılması için büyük çabalar sarf eden Uygurlar, bu amaçlarla camiler inşa etmişler,  eğitimin yaygınlaşması için medreseler kurmuşlardır.  Ülke genelinde birçok eğitim kurumu ve medreseler açılmıştır. Doğu Türkistan’ın başkenti Kaşgar, medreseleri ile ünlenmiştir.

Bu medreselerde dönemin en ünlü âlimlerinden olan Hüseyin Halef,  Seyyid Celaluddin Bağdâdî, Hoca Yakup Suzukî, Cemalettin Kaşgarî, Hüseyin Feyzullah, Reşid Ali Kaşgarî, İmaduddin Kaşgarî ve Kaşgarlı Mahmut gibi âlimlere dersler vermiştir.

Bu medreselerde müspet ilimler yanında, dînî dersler de okutuluyordu. Kaşgar’da bulunan ve doğu ile batı âleminin yetiştirdiği pek çok âlimin kitap veya tercümeleriyle dolu olan Mesud Kütüphanesi de ilim insanları yanında ayrıca öğrencilerin ve halkın hizmetinde bulunuyordu. Yine bu medreselerde dünyanın dört bir yanından gelen öğrencileri tahsil görmüş, tarihe yön veren devlet ve ilim adamları yetiştirmiştir.

Bu topraklardan doğan Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Selçuklular İslam’ın bayrağı altında devletler kurup, Türk-İslam medeniyetinin en güzel örneklerini vermiş ve insanlık âlemine çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.

Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk’ü, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, Ahmed Yüknek’in Atebet’ül Hakayık adlı eseri Türk-İslam medeniyetinin beşiği olan bu topraklarda yazılmıştır. Doğu Türkistanlı bu âlimlerin çalışmaları, Doğu Türkistan’ın Türk-İslam dünyası için taşıdığı değeri ortaya koyması açısından büyük önem taşımaktadır.

Dün, Türk boylarının hatta insanlığın Türk töresine ve İslam hukukuna uygun yaşamasını sağlayan, insanların insanca yaşamasını savunan Uygur Türkleri, bugün zor şartlarda hayat mücadelesi vermekte, Çin zulmüne karşı direnmektedir. Bugün, dünya Türklüğünün ve insanlık âleminin, zulüm altındaki Uygurlara dindaş, soydaş ve insan olarak yardım ederek kendi karakterlerine sahip çıkmaları ve vefa borçlarını ödemeleri gerekmektedir.  Unutulmasın ki Uygurlar da Müslüman’dır, Türk’tür ve daha ötesi insandır. Uygurların bugünkü durumunu görerek, dikkate almayarak Çin Devletine destek sağlayanlar, yüce güç tarafından yok edileceklerini unutmamalıdırlar. Dolayısıyla kendi varlığını koruyabilmeleri için karakterli olarak yapması gereken görevlerini layıkıyla yapmaları şarttır.

Zorda kalan, zulme uğrayan Uygur Türkleri, İslam’ın gücüne sığınarak tıpkı Türk hakanı Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nda söylediği gibi dua ederler:

“Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihat ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”

Unutmayalım ki; Türk, soydaşı Uygur Türk’ünü korursa Tanrı Türk’ü korur ve kollar.

Unutulmasın ki; hür olduğunu iddia eden rezil dünyanın Uygur Türklerine yapılan zulme sessizliği, yarın kendilerine de dönecektir.

Türksüz veya İslamsız bir gelecek inşa etmeye çalışmak, tuzsuz ve susuz çorba yapmaya benzer.

Yaşasın bağımsızlık mücadelemiz!..

Ne mutlu  çalışan Türk’üm diyene!..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir